A Takımı, Halit Abay ve klibi çekilen yazı…
(Kamera, arkasını göstermiyor!.. Ama öyle durumlar oluyor ki; projektörler, kamera arkasındakilere de tutulmak durumunda kalıyor…)
Halit Abay, gönlü güzel bir arkadaşımız. Halit Abay sizden biri…
Onu dün gece Savaş Abi’nin A Takımı’nda bütün dünya tanıdı. (Ama ben biraz daha tanımanızı ve onun isminin elinizde yazılı olarak da kalmasını istedim.)
TGRT’de haberler okunuyor. Görüntüde Özge Özsağman… Ve deprem anı!..
Aynı anda, depremin asıl vurduğu bölgelerdeki korku, endişe, panik ve acı Özge Özsağman’ın yüzünden de okunuyor.
Bu görüntüler Marmara depreminin ilk görüntüleri. Kameranın başında ise Halit Abay var. O an karar verme zamanı. Bu arkadaşımız omuzuna bir seyyar kamera yüklenip “uçuyor” deprem bölgesine ve ilk dış çekimleri de gerçekleştiriyor, yalnız başına… Kendi çekiyor, kendi konuşuyor kamera mikrofonuna.
Halit’le epey zamandır telefon irtibatımız vardı. Aynı bünyede olsak da bir türlü karşılaşamamıştık.
Depremin ardından yayınladığım; “03.02 idi kırıldığında saatler” isimli yazıdan dolayı da aradı beni, konuştuk… Bu yazıya bir klip çekmek istiyordu.
Cumartesi tekrar aradı ve klibin A Takımı’nda yayınlanacağını söyledi.
Ve o gece stüdyonun atmosferini değiştiren klibi seyrettik hep beraber…
Saatlerin kırıldığı, incecik vazoların kırıldığı… İki yârın yanyana duran resimlerinin son defa biribirlerine dokunup kırıldığı;
Kalbimin en “kırık” olduğunda kalemimden çıkan o yazıya, kendi kırık kalbiyle hazırlamıştı bu klibi Halit…
Müezzinlerin ezan okuyacak minare, kuşların konacak dam bulamadığı sabahın hatırasına…
Depremde hayatını kaybedenlere yüce Mevla’dan rahmet dilerken, hepsinin ruhlarına üç İhlas bir Fatiha gönderilmesini tekrar hatırlatıyor…
Ve dün gece klibini seyretmiş olduğunuz yazımı tekrar yayınlıyorum:
03.02 idi kırıldığında saatler
Yazmam gerekiyor…
Ama ne yazabilirim?..
İncecik bir vazo düştü yere…
Bir gül kırıldı orta yerinden!
İki minik çerçeve sarsıldı duvarda ve son kez dokundular biribirlerine…
Saat 03.02 idi kırıldığında saat!
Yazmam gerekiyor…
Ama ne yazabilirim?
Bebek kokan bir biberon düştü yere…
Sonra bir anne, süt kokan yavrusunun üstüne attı kendini…
Saat 03.02 idi kırıldığında saat!
Bir mektup kaldı… Yazılırken…
Orta yerinde.
Bir el kaldı sadece yıkıntıların üstünde.
Yazmam gerekiyor…
Ama ne yazabilirim?
Saat 03.02 idi saatler kırıldığında…
Ve çığlıklar karanlığın içindeki “daha siyah karanlıklara” gömüldüğünde.
Yazmam gerekiyor…
Ama ne yazabilirim?
Bildiğimiz mekânların çoğunda duruverdi zaman… Sabahın 03.02’sinde kırılıverdi saatler;
Ezan okuyacak minare bulamadı müezzinler…
Ve kuşlar, konacak dam bulamadı!
Yazmam gerekiyor, biliyorum…
Ama, ne yazabilirim sizin bilmediğiniz?..
İşte yeni bir deprem…
İşte “yine” bir deprem.
Ama bu defa 03.02 idi kırıldığında saatler!..
Örnekler
Aynı vasıtalarla iskelelere geliyor biribirine benzeyen insanlar. Sonra, aynı vapurlara biniyorlar… Çok azının elinde bayraklar, bir kısmının üzerindeyse “gönül verilen” renkler var.
Fakat stadyumun kapısında “yollar” ayrılıyor. Maç başlandığındaysa zaten herkes “rengini” belli etmiş oluyor!..
Herkes gümrükten geçip, aynı servis aracıyla taşınıyor uçağa.
Biribirine benzeyen insanlar, biribirine benzeyen koltuklara oturuyor.
Motorlar çalışıyor ve uçak; “içinde bulunan herkes için” havalanıyor… Vakumlanır gibi yapışıyor herkes koltuklarına, bir süre sonra da servis başlıyor.
Biribirine benzeyen insanların bir kısmı herhangi bir içecek alıp, hareketin başından beri okuduğu dualara devam ediyor; bir kısmı da alkol ile “korku”larını yenmeye çabalıyor.
Hatta bir kısmı da zil-zurna olup, mevcut ve ihtimal dahilindeki tehlikelerden “korunma” çabası içine giriyor!..
İri gövdeli bir devekuşu beklemediği anda beklemediği bir düşmanla burun buruna geliyor…
Eğriyi doğruyu düşünmeden; küçük kafasını kuma daldırıyor. Ki korkuyla açılmış gözleri “tehlikeyi görmeye” devam etmesin diye!..
İçinde renksiz ve şeffaf sıvılar bulunan iki kapalı şişe, ansızın çıkan ateşe boşaltılıyor… Biri döküldüğü mıntıkayı soğutup söndürürken; diğeri ateşi harlatıp yangına döndürüyor.
İki fidan aynı toprakla buluşuyor…Biri; “benim işim bu kadar” derken, diğeri köklerini su buluncaya kadar uzatmaya devam ediyor…
İlk kuraklık bu fidanlardan birini kavuruveriyor.
Zeka seviyesi biribirinden farklı olmayan iki öğrenci aynı sınıfta okuyor… Defterleri, kitapları, öğretmenleri ve ders saatleri aynı olduğu halde; biri her gün bir saat kadar çalıştığı için imtihan sonuçları biribirlerinden çok farklı oluyor!
Yolculuğa çıkmadan evvel elden geçirilmiş, bakımı yapılmış olan otomobillerin ilk dik yokuşta kalma ihtimali diğerlerine oranla çok daha az oluyor!..
Aynı konu ne çok örnekle anlatılabiliyor değil mi?..
Ve aynı durum karşısında ne kadar farklı tepkiler, ne kadar çeşitli sonuçlar açığa çıkıyor.
Fakat her neticenin hazırlayıcısı olan bir sebep olduğuna göre; altyapıları, geri planları tekrar tekrar gözden geçirmenin vakti acaba henüz gelmedi mi?..
——————————————————–
Stoplayanlar… Stoplayanlar…
Sevim Kulak-İstanbul, Selim Gürbüz-İstanbul, Fulya Aydemir-Sefaköy, Didem Mertoğlu-Sarıyer, Selçuk Kaya-Çankarı, Aynur Kaya-Pendik, Avni Özcan-Kadıköy, Fatih Gürbüz-Halkalı, Ersel Yıldız-Bahçelievler
Stop
Muammer Erkul
30 Ağustos 1999 Pazartesi