Acının vakti!
İnsan acı çekerken zaman geçmiyor!..
“Bir uyuyabilsem” diyorsun veya;
“Ah bir sabah olsa…”
Terliyorsun, dönüp dururken yatağının içinde.
Dişlerin birbirinin içine girer gibi oluyor; avucunun içinde bütün tırnaklarının sayısız defa izi kalıyor…
Sonra titreme nöbeti başlıyor yine böyle bir derin ağrının basıncından; başını yastığa gömüyor ve çaresizlik içinde inliyorsun…
Bütün dünya uyuyormuş gibi geliyor sana ve uyumak istiyorsun bir an bile olsa.
Saate bakıyorsun; on dakika bile geçmemiş!..
Zaman duruyor sanki insan acı çekerken!
Demirden bir pençe, vazgeçmeyi bilmeyen kuvvetli parmaklarıyla sıkmaya başlıyor yine aynı yeri;
Gırtlağında, tutamadığın iniltilerle uyanıyorsun.
Yine saate bakıyorsun ki;
Yelkovan henüz yarım tur dönmüş…
İnsanlar çektiğin acının ancak yüzünde yansıdığı kadarını görüp bir şeyler anlamaya, hissetmeye çalışıyor.
Acı çekerken yalnız olmasan bile;
Acıyı “yalnız” duyuyorsun!
Sesimi çıkartmamaya, inlememi duyurmamaya çalışsam da yine duyup geliyor ablam…
Alnımı siliyor, sırılsıklam saçlarımı okşuyor ve beni doğrultmadan atletimi değiştiriyor…
“Çok mu ağrıyor, yavrum?..”
Şimdi ağlamak istiyorum işte… Çünkü kaynamakta olan kızgın bir kezzap denizinde, kendine sığınacak liman bulmuş, direkleri devrilmiş ve yelkenleri parçalanmış perişan bir gemi gibiyim.
“Hııı!..” diyorum ve ağlıyorum da.
İnsan acı çekerken çaresiz ve hassas oluyor.
Elimi avuçlayan ablam, vücudumla beraber zangır zangır titreyen parmaklarıma dudağını değdiriyor.
Sonra sağ avucunu belime koyuyor ve fazla bastırmadan ovuşturuyor. Loş odada, ağrı ve uykusuzluktan şişmiş gözlerimle bakıyorum ki; dudakları kıpırdıyor, belli ki bir şeyler okuyor.
Avuçları, ağrılarımın bir kısmını almadan… Üzerimi örtüp beni uyumam için yalnız bırakmadan ve kendi odasına gitmeden önce diyor ki:
“Biliyorum yavrum, ağrın çok…
Ama taş yerinden oynadı işte, sık dişini… Düşecek ve rahatlayacaksın… Hiçbir şeyin kalmayacak…”
Ona inanıyorum…
Çünkü ona inanmayı öyle çok istiyorum ki…
Mırıldanır gibi devam ediyor:
“Bu taşlar ağrıyla beraber oluşmadı. Sen farkında değilken de vardı.
Doğru olan, sağlıklı olan da buydu. Çok şükür ki vücudun onları kabul etmedi…
Çektiğin acı; onlardan kurtulduğunun delili!..
Taşların yerinden oynadı yavrum.
Ağrıların bu yüzden…
Merak etme, hepsi düşecek ve hiçbir şeyin kalmayacak… İyileşeceksin.”
Biliyorum; okuyorum, duyuyorum, dinliyorum acılarınızı…
Elimi koymaya çalışıyorum ağrılarınızın üzerine.
Ama yine biliyorum ki; bunları çekmeniz gerekiyor bir şekilde.
Yine biliyorum; insan acı çekerken zaman geçmiyor!
Hep ablamın sesini duyuyorum bu sırada kulaklarımda:
“Şükürler olsun ki vücudun atıyor bu taşları…
Çektiğin acı; onlardan kurtulduğunun delili.”
Merak etmeyin; “taşlarınızın” hepsi düşecek ve hiçbir şeyiniz kalmayacak.
İnşaallah.
——————————————————
POSTA KUTUSU
İnsanı özlemişim…
En çok da sevdayı özledim abi. Sevgiyi, sevilmeyi. Birisinin bana günaydın demesini. Birisinin bana gülümsemesini. Giderken kara trenlerde, birisinin bana el sallamasını özledim. Beyaz zarflarda gelen mektupları, kurutulmuş çiçek çıkardı içinden. Dostum diyen dilleri, tutan elleri, sevdaya bakan gözleri özledim. Ağlamayı bile özledim. Adını, yüzünü, gözünü, sözünü bile bilmediğim ama yirmibeş yıldır yolunu gözlediğim, bir dostu, bir kardeşi özledim. Muhabbetleri özledim Muammer abi… İnsanı özledim. Şiir yazmayı, çiçeklerime su dökmeyi, köpeğimle buğday tarlalarında koşturmayı özledim ve yanmayı Karaman ovasında.
Özledim Muammer abi. Dosttan gelecek selâmı, gül niyetine kucaklayabileceğim kuru bir diken dalını, bugüne dek beni hep ayakta tutanı… İNSANI… İnsanı, insanı ve de insanı… Beni yıkanı… Yine de insanı, insanı özledim ve Karaman’ı özledim.
İbrahim Şaşmaz-Malatya
Bir çözebilsem
Valığını gördüm mü ki,
Yokluğunun acısı neden?
Neyine alıştı ki bu yürek,
Kimsin, neyimsin, hasretin
neden?
İçime sığmayanlar ne?
Neden ağlıyorum ara sıra?
Bir öğrenebilsem, bir çözebilsem…
Bazen yüreğime bir düşersin ki!
İsyan eder yumruklarım.
Yelin arkası yağmur.
Bunları sen bilemezsin ki.
Kimbilir, belki sen de benim
gibisin.
Bilemiyorum bu sevginin sırrını.
Bir öğrenebilsem, bir
çözebilsem…
Sanki gönül, evvelinden aşina,
Sevgiliden başka herşeyim!
Sanki bedenimin ikinci ruhu
Sanki, kendi canımdan azizim,
Ben senin bilemediğin
melankolin,
Ya sen benim, ya sen?
Bir öğrenebilsem, bir
çözebilsem…
Ne süslerim seninle rüyalarımı,
Ne ummanların abisleri, gözlerini
özlerim.
Ne vuslat var emelde,
Ne gönül razıdır iftirakına.
ALLAH’ın aşkı için bir kuru
selamıma!
Muhtacım, hasretim, acaba
neden?
Bir çözebilsem, bir çözebilsem,
Bir çözebilsem…
Sultan
UNUTMA
Yol sorduğun kişinin o şehri bilip bilmediğinden; tavsiye aldığın kişinin “o konuyu bilip bilmediği” daha mühimdir…
Stop
Muammer Erkul
17 Temmuz 1999 Cumartesi