(Bu yazının başında, hırsız çocukları anlatırken: “Her çocuk; kendisini alkışlayanın çocuğudur” demiştik ya. Dünün özeti de belki bu cümleydi!..)
…..
Son izlediğim okul törenlerinden biriydi: Birkaç sıkıcı konuşma, piyes ve şiirin ardından çiftetelli oynayanlar çıktı sahneye ve büyük alkış aldılar. Bunun arkasından da tango başladı… Bir grup kız çocuğuna bir grup erkek çocuğu sarılarak, seri adımlarla yapılan bu dans ta çok alkış aldı. Öğretmenleri de sahnenin kenarındaydı ve o da alkış tutuyordu…
Ardından kanto yapan birileri geldi… Bu ondan da fazla alkışlandı…
Sonra mezdeke grubu çıktı sahneye. Dansöz kıyafeti giymiş küçük kızlardı bunlar. Yüzlerinin yarısı renkli peçelerle kapanmıştı. Alkışçılar artık ayağa kalkarak alkışlamaya başlamışlardı…
Sonunda küçük bir kız çocuğu çıktı sahneye, göbek dansı yapmak için. Ana sınıfına veya en fazla birinci sınıfa gidiyordu sanırım. Etrafını çevirmiş olan büyük kalabalığın ortasındaydı şimdi… Ayakları çıplaktı. Omuzlarından ve belinden dökümlü yarı şeffaf kıyafet kol ve bacak yanlarından kesilmiş, sadece dirsek ve dizler hizasından tutturulmuştu… Müziğin ritmiyle dönüyor, eğiliyor, kıvrılıyordu yavrucak… Yere yatıyor, sonra usulca kalkarak kendi sırtına doğru kıvrılıyordu… Bitti sonunda gösterisi, sevinç içindeydi. Alkış sesleri sanki yeri göğü tuttu… Hemen önümde bir genç kadın mutluluk gözyaşlarıyla ağlıyor, sağına soluna bir şeyler söylüyordu. Kocası da yanındaydı.
Az sonra baktım, o küçük kız çocuğu işte bu çiftin yanına geldi. Anladım ki bunlar onun anne ve babasıydılar. Sarıldılar büyük alkış alan yavrularına, onu öptüler, kokladılar, aferin dediler… Bir ara göz göze geldik…
“Ne güzel oynadı kızımız, değil mi amcası” diye sordular bana da…
“Çok başarılıydı, dedim. Belki de biraz büyüdüğünde dansöz olmak ister…”
O sırada, çocuğun hem annesi hem de babası, şaşkın ve ürkek bakışlarla bana doğru bakarak;
“Allah korusun!.. Allah korusun” dediler!..
…….
Meraklısına:
Sıkça bakarım sözlük ve ansiklopedilere. Milliyet’in bastığı Büyük Larousse’den konumuzla ilgili maddeleri kısaltarak aktarıyorum:
KANTO: Şarkı anlamında İtalyanca “canto”dan… Avrupa’dan gelen kumpanyaların etkisiyle 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Güllü Agop’un tiyatrosundan yayıldı. Gerek sözleri, gerekse icracıların giysi ve hareketleriyle, gizli ya da açık bir erotizmi yansıtır… Parlak renkli ve dönemine göre oldukça dekolte giysilerle sahneye çıkan kantocuların gösterileri kimi zaman saatler sürerdi. Şehzadebaşı’ndakiler ve tuluat tiyatroları dağıldıktan sonra yeni kantocular yetişmedi ve bu tür yavaş yavaş kayboldu.
TANGO: Amerikan İspanyolcasından. Birbirine sıkı sıkıya sarılmış bir çift tarafından oynanan tangonun; 15’inci yüzyıl Afrika’sına dayandığı sanılır. Şango adlı bir Afrika ayininin ritmi, Güney İspanya’da yayıldı. Bazı yerliler “verimliliği” simgeleyen bu dansı çok sevdiler. Fakat bu Afrika-İspanyol dansını asıl çingeneler ithal ettiler…
MEZDEK: İran’da, beşinci yüzyıl sonlarında Mezdekilik dinini kuran kişi. Kendisinden ikiyüz yıl kadar önce yaşamış olan Zerdüşt’ün öğretilerinden ve bunun bir uzantısı olan manicilikten etkilendi.
Mülkte ve kadınlarda ortaklığı savunan mezdekilerin bu felsefesi onları yağmacılık ve ırz düşmanlığına itmişti…
Şimdi “Her okulda, ailelerinin yazılı izni alınarak dans gruplarına alınsın çocuklarımız!” desem, kıyameti koparırlar, onun için demiyorum. Bunu da başkaları desin!..
Stop
Muammer Erkul
12 Mayıs 2006 Cuma
Abi, Allahü teala razı olsun ne güzel dile getirmişsiniz bu ızdırabımızı… Keşke basireti bağlananlar, içine yuvarlandıkları bu alçaklığın farkına varabilseler.
MEHMET ÇELEBİ