Alnındaki levhada; “Hayallerim” yazan iskele… [04 Eylül 2000 Pazartesi]

Alnındaki levhada; “Hayallerim” yazan iskele…

(BÖLÜM İKİ)
…..
Ben, “Köprü vapuru”nun kaptanını seviyordum…
Çünkü o, sabahın erken saatinde, mahallemizin iskelesine yaklaşırken uzuun bir düdük çalıyor… Bununla, henüz uyanmamış olanları uyandırıyor, insanları vakitten haberdar ediyor, vapura yetişecek olanları hızlanmaları konusunda uyarıyor ve herkese bugünün hareketliliğinin de başladığını söylüyordu.
…..
Bütün bunlarla birlikte, bu düdüğün bende derinlemesine bir izi vardı ki, bu “vuuuup!..” sesi direkt olarak içime doluyor ve okumuş olduğum bütün kitapların, koklamış olduğum bütün sayfaların üstünde dalga dalga dolaşıyordu…
…..
Yolcularını içine doldurup Köprü’ye doğru yollanan vapurdan bir düdük daha duyulurdu, başka tonda…
Ben bu vapurun kaptanını seviyordum.
…..
Ama şimdi düşünüyorum da, “KESİNLİKLE” kendim için seviyordum.
Ve ondan, “onun için değil” de, kendim için hoşlanıyordum!..

O çok sevdiğim kaptanı, birkaç kere görmüştüm ancak; (kaptan) köşkünden kafasını uzatmış, iskeledeki babaya halat atan çımacıya bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
…..
Onu seviyordum, ama belinden aşağısının olup olmadığını bile bilmiyordum!.. Onu seviyordum, ama nerde ve nasıl yaşadığını bile bilmiyordum!.. Onu seviyordum, ama evli mi, bekar mı, dul mu bilmiyordum!.. Onu seviyordum, ama adını bile bilmiyordum!..
Amma enteresan, değil mi?..
Zaten hayatımız enteresanlıklar zinciri değil mi?..
…..
Postacı Kemal amcayı da seviyordum, diğer peeek çok sevdiğim kişi gibi!..
…..
Peki ne demeye çalışıyorum ki ben şimdi durup dururken?..
Şunu: Sevdiğim bunca insan, (sadece bana vermiş, sadece bana yapmış olmasalar da) bunca yıllar boyunca bana da bir şeyler verdiler, benim için de bir şeyler yaptılar…
PEKİ BEN, ONLAR İÇİN NE YAPTIM BUGÜNE KADAR?..
Kesinlikle hiçbir şey…

Bugün…
Artık bir “eski zaman rüyası” gibi kalan “Köprü vapuru”, alnındaki levhada “Beykoz”, “Paşabahçe”, “Çubuklu”, “Kanlıca” değil; “HAYALLERİM” yazan iskeleye yanaşırken istim düdüğüne asılıyor:
“Vvvp, VUUUUUP!..”
…..
Hızlanıyorum…
Birazdan iskelenin üzerindeyim.
Henüz vapura atlamadan, sesimin var gücüyle ve diğer yolculara aldırmadan bağırıyorum:
“Kaptan!.. Kaptaaaan!..”
…..
Pencereden bembeyaz saçlı bir baş uzanıyor… Bağıranı görmek istiyor. Ama gözleri de bozulmuş olmalı ki, camların üstünden bakmaya çalışıyor…
“ Kaptan… Seni seviyorum kaptaaan!..”
…..
“Öyleyse, diyor…
ÖYLEYSE BENİM İÇİN DUA ET…”
…..
(“Bir derdin mi var? Niçin dua edeyim?..” gibi sorular sormuyorum, aşağıda BİRİNCİ BÖLÜM’de okuyacağınız sebepten dolayı..
Anlındaki levhada; “HAYALLERİM” yazan iskelenin üzerinde sessiz ve kıpırtısız, sadece başımı sallıyorum…
Yukarıdan soğuk bir rüzgar esiyor, Karadeniz’in kokusuyla birlikte…
Kaptan, kaptan köşkünün penceresinde olduğu halde benimle burun buruna geliyor sanki… Tam gözbebeklerime bakarak fısıldıyor:
“Bunu anlaman için bunca yılın geçmesi mi gerekiyordu?..”

(Yazının başı aslında burasıydı…
Ama ikinci kısmı daha önce okumanızda fayda vardı…)
…..

(BÖLÜM BİR, yani ilk kısım)
…..
Sinyalin sesinden cep telefonuma mesaj geldiğini anladım. Gidip baktım, okuduğum sadece iki kelimeydi:
“Seni seviyorum”
…..
Ne kadar güzel…
Kurban olduğum Yaradan’ım hiç kimseyi sevilmeyenlerden ve sevildiğini duyamayanlardan eylemesin..
…..
Hiç beklemeden cevap yazdım:
“Öyleyse bana dua et!..”

Bir süre sonra telefon çaldı;
“Hayırdır, bi durum mu var?..”
“Ne durumu?..”
“Dua istemişsin ya, bir problem falan mı var?..”
“Hayır, yok… Şükürler olsun.”
“Öyleyse niye dua istedin? Ne diye dua edeyim?..”
…..
Galiba cevap bile veremedim, verdiğim kadarını da galiba duyuramadım, çünkü bağlantı koptu…

İyi de oldu galiba… Çünkü mesajı okurken düşünmemiştim. Ve niye yazdığımı da bilmiyordum aslında, “öyleyse benim için dua et” cümlesini…
Sonradan anladım ki; yukarıdaki bölümde anlattıklarım için yazmışım…
———————————
(*) Eskiden Boğaz vapurları Eminönü ile Karaköy arasında, Haliç’in üzerindeki (eski) köprüye yanaşırdı… “Köprü vapuru”nun yolcuları da zaten ya “aşağı” veya “İstanbul’a” gittiklerini söylerlerdi…


Stop
Muammer Erkul
04 Eylül 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir