Annem çok kızar(!)
Neslihan’ı gördüğüm gün uyarmıştım aslında… Demiştim ki;
“Bak, bu senin son şansın… Hiç vakit geçirmeden, sen uza istersen!.. Hani, bizimkilere bulaştıktan sonra çok geç olmasın…”
…..
Aynı yemekte de çıkışmıştım bizimkilere:
“Nesi var?.. Gayet güzel, hoş bir kız işte… Hiç de söylediğiniz gibi çingeneye falan da benzemiyor hani!..”
Birileri yarım saat kadar “kuyudan taş” çıkarmaya çalıştı bu lafın ardından… Ben mi, güldüm gülebildiğim kadar.
Yeğenim kafaya koydu ya, artık evlenecek…
Oh ohh, Allah muhabbetlerini arttırsın, ablam da bıcır bıcır anlatıp duruyor; “Neslihan şöyle, Neslihan böyle…”
Bu iyiye işaret. Demek ki kafası sarmış müstakbel gelinine…
Zaten aksi olsaydı, aman Allah’ım!..
Mustafa’yı paralardı da; bir parçasını Neslihan’a, bir parçasını bana fırlatırdı… Belki bir kısmını da ibret olsun diye evde saklardı!..
(Abarttım mı ne?..)
Ama bu yazıları okuyanlar da sıcaktan hiç ölmedi şimdiye kadar, farkındasınız değil mi?..
Yani bizim espirilerin de işe yaradığı bir zaman geldi işte…
…..
Yine de hepinizin aklında olsun; eğer sıcaklardan bunalan biriyle karşılaşırsanız, derhal Stop Köşesi’ni kullanın. Kısa sürede canlanacaktır hastanız; en azından elinizden kurtulmak için.
Ne diyorduk yaa? Hah; ablam, gelini ve yeğenimdi değil mi konu.
…..
İki dirhem bir çekirdek giyinip, müstakbel kayınpeder ve kayınvalidesiyle tanışmaya giden oldu mu hiç aranızda?..
Bizim “çatlak herif” de uzun zamandır anlatmış zaten annesini kızcağıza…
Sonra da hep beraber Garden’a gitmişler. Tamam bu lokantanın eti-yemeği meşhur da, bir tabak doldurup getirirler ki insanın önüne; Kırkpınar güreşlerinden dönen değme pehlivanlar bitiremez.
…..
“Ne yiyelim?..” Denmiş masada… Sonra da hep beraber “karışık kebap” yemeğe karar vermişler.
Kebaplar gelmeden, hemen aparetif birşeyler getirirler ya hani; birer minik lahmacun, tereyağ sürülecek sıcak pideler, tulum peynirleri, birer tane içli köfte, salata, marul vesaire… Vesaire mesaire ama, genellikle de herkes doyar bunlarla…
Masadakiler yemeye başlayınca gelin adayı da yemiş hepsinden. Ya içli köfteyi veya lahmacunu ısırdığında, kimseye çaktırmadan demiş ki Mustafa:
“Tabağında yemek bırakırsan annem çok kızar!..”
İşte ben tam o noktada… Zaten yarısı dolmuş mide ile… Önüme gelen karışık kebap tabağını gördüğümde, bizim çocuğa bir kere daha ve dikkatlice bakardım yani, bunca eziyete değecek mi, diye!..
Vee, ne olmuş biliyor musunuz?..
O zavallı kız, tebessümler içinde ve her soruya cevap da bulmaya çalışarak… Müstakbel kaynanası kızmasın diye tabağına ne konmuşsa bitirmiş!..
“Bakırköy’e döndük, diyor Mustafa…
Evine bırakmadan önce sordum Neslihan’a, birşeye ihtiyacı olup olmadığını…
“Var, diye inlemiş kızcağız…
Soda!..”
———————————————————
Kim dost
Burada bana saniyeler direniyor.
Hatta anlar..
Zamanı hücrelerine ayırıyor, her bir hücreye yapışıp sıkıntılar boyu dertleşiyorum.
Zaman geçmiyor.
Birdenbire akşam oluvermiyor.
Birdenbire birkaç günü geride bırakamıyorsunuz farkında olmadan…
Ya sonra…
Bu ayrılık bittiğinde, insanlar benim “bir ömür boyu” hissettiğim zaman dilimini küçümseyip, “Ne çabuk döndün?” diyecekler.
Onlar dost değil…
Dost; benim burada çektiğimi, mesafeye kayıtlı kalmaksızın orada anlayabilen, hissettiklerimi hissedebilendir.
Yani…
Sadece ben orada olduğum zaman değil, burada olduğum zaman da bana ihtiyaç duyanlar…
Kim onlar?
…..
Not: Murat Başaran’ın Sevmek Ölmekle Başlar-2 isimli kitabından alıp gönderdim…
Sevgi ve sevgilerimle.
Süleyman Eldeniz/ Mersin-Kıbrıs
Masal
Senin gücün ne ki takâtin ne ki
Devran değişti sen sus çocuğum
Dokunma masallara hep uyusunlar
Düşlerle başladı bak yolculuğum
Önce yeşile boyadım karşıki dağı
Masmavi gölet renk renk güllerle
Sonra bir kulübe bir balık ağı
Bezedim çevreyi ruhuma göre
Esaret zincirini kopardım kırdım
Özgürlüğe uçtum sonsuz göklere
Bir masal düşledim bir masal buldum
Gönlüm doldu tertemiz sevgilerle…
Yüksel Lale/ Beyşehir
Stop
Muammer Erkul
14 Temmuz 2000 Cuma