Dolmakta içim;
Pirinç taneleriyle,
bireer birer…
Rendelenmiş dahi olsa zeytinyağına soğan’dır soğan; hani şöyle deriin bir geniz sızısı… Hani şöyle, gizliden gizliye!..
Dolmakta içim!..
İçimde çamfıstıkları, kuşüzümleri… Dereotu, maydanoz ve taze naneler…
Belki biraz şeker…
Yeterince tuz, su ve karabiber!..
…..
Dolmakta içiim, dolmakta…
Neyle karışık, neye bulanmış, ve neyle beraber olursa olsun dolmakta pirinç taneleriyle bireer birer!..
Ve sen…
Haşlandığın halde bana koşan asma yaprağım!..
…..
Sarınmasam sana, halim nice olurdu?..
İçimdeki her bir tane ayrı başaktan gelmiş… Ayrı tarladan, ayrı tepeden, ayrı dereden… Her otun zikri ayrı, ve fikri ayrı… Her otun niyeti ayrı!..
Her pirinç tanesi aslında birer derttir içimde; ama beni ben kılar!
Ben; derdimle hemderdim…
Hem, derdim ki;
“Ben, derd’im sana ömrün boyunca!..”
Asma yaprağım;
Kollarındayım!..
Çünkü sen, bana hat çizdin. Sınır çizdin, şekil çizdin!..
Sen, beni kurtardın lapa olmaktan, pelte olmaktan… Veyahut dağılmaktan!..
…..
Benim içim “ben olduğum” dert dolu, birbirinden bîhaber de olsalar…
Benim içim; benim içim, ama sen olmadan ben değil!..
Ve ben içinken senin sensin beni ben eden!..
Yani tek yol çıkıyor “biz”e;
“Sen” “ben”e sarılacak; “ben” “sen”e sarınacak!..
Dolmakta içim…
Dolarken içim, için olmaktayım!..
Ben senin için… Sen benim için… Biz;
Bizim için!
Stop
Muammer Erkul
07 Ağustos 2002 Çarşamba