Aaa! Bu şiir senin mi? Bu yazı da mı?.. -Şeyy!.. -Evet, evet de?.. Emanet işte… Nasıl yani, başkasından mı aldın? -Başkasından değil ama, yine de bir veren oldu… Sen yazdın sanmıştım, şunu tam söyle de biz de, anlayalım yani. Kafam karıştı; sen mi karışık söyledin, benim mi algım zayıf?Devamı

İlâhi; ilâhî olanı övmektir. Bu ise ibadettir. İbadet ise; söyleneni ve söylendiği gibi yapmaktır… Şimdi, pavyonlardan emanet alınan kimi çalgı ve çalgıcılar; şu mübarek ramazan-ı şerif günlerinde, sabahlara kadar çalıyor, çalışıyor. Hem de daha düne kadar kendilerini horlayan dindarlarımızın alkışları altında! Hatta bazıları bu işten sevap bile bekliyor! Daha kötüsüDevamı

17 Ağustosun 10’uncu yılına: 2     Dünya tarihinin gördüğü en yüksek “baş fiyatı”nı buldu o sene fındık!.. Benim bir kök fındığım olsaydı ve onu toplamak için yamaçlara çıkmış olsaydım… Ben fındık bahçelerinin yakınında yorgun-argın uyurken, düzdeki evim yere gömülmüş olsaydı; herhalde o fındığı satmaya bile elim varmazdı… Deprem bir süre önceDevamı

Kanun üstüne kanun, tedbir üstüne tedbir… Bu kadar çaba sonuç verdi ve sigara içenler nihayet toplumda birer cüzzamlı muamelesi görmeye başladı! Önce otobüslerden, vapurlardan indirildi tiryakiler ve sonra bürolardan, kahvehanelerden çıkarıldı. Aslında iyi de oldu! En sonunda yıldızların altından başka yer kalmadı sigara tüttürülebilecek. Peki sebebi ne? Sigaranın insan ömründenDevamı

Yazmam gerekiyor… Ama ne yazabilirim? İncecik bir vazo düştü yere… Bir gül kırıldı orta yerinden! İki minik çerçeve sarsıldı duvarda ve son kez dokundular birbirlerine… Saat 03.02 idi kırıldığında saat! Yazmam gerekiyor… Ama ne yazabilirim? Bebek kokan bir biberon düştü yere… Sonra bir anne, süt kokan yavrusunun üstüne attı kendini…Devamı

Devrek’in Çaydeğirmeni’ne bağlı, Filyos Irmağının aktığı geniş vadiye bakan Karabaşlı Köyü’ne çıktık. Orada bizi; bahçelerinde hamur açılan, sac üstünde yufka kızartılan bazı avlulara götürdüler… Olacak ya; bir poşete doldurulmuş çocuk kitapları ilişti gözümüze. Kuru dalların, odunların üstüne atılmışlardı. Muhtemelen gecelerin nemini emdikleri için çoğu yaprakları bükülmüştü. Alioğlu Yayınevi’ne çizdiğim çocukDevamı

Zaman filan yok aslında! Bir ben varım bir de sen, sonra da diğerleri… Zaman yok; sevgi var, ışık var, gündüz var, beyaz var; bir de bunların zıddı! Zaman; işte bunların, içimizden dışımıza çıkabilmesi için bize verilen müddet: İçinde olanı çıkar hadi dışarı! Konuş ki kuru dağları ormanlar kaplasın, sarı ovalaraDevamı

Bir tohum at! Attığın tohumu ister unuut, ister unutma. Sonra bir tohum daha at; ister sulaa, ister sulama!.. Ardından bir tohum daha at. Bir tohum daha at sonra, bir daha, bir daha ve bir daha… Bir tohum at! İster besle kökünü ister besleme, ister destekle gövdesini ister destekleme, istersen ipDevamı

Bolu’nun kuzeyindeki Yedigöller havzası 1965 yılında milli park olarak korumaya alınmış. Bir buçuk kilometrelik mesafeye sıralanmış büyüklü küçüklü bu heyelan göllerinin çevresinde sarıçam, karaçam, kayın, kızılağaç, Uludağ köknarı ve gürgen ağaçları yükseliyor. Ormanın yüksek ağaçları arasında saklambaç oynar gibi gizlenmiş göllerin rakımı 780-850 metre ve genişlikleri 1.000-25.000 metrekare arasında. Sazlıgöl’denDevamı

Haritalardaki bazı kelime ve işaretlerin yeterince anlam ifade etmeleri için, insanın oraları görmesi lazım. Yoksa ırmaklar, göller, dağlar, hatta koca şehirler; kitap sayfaları arasında yatan birkaç harften başka ne ki! Misal: Dirgina neresidir, dağdan inene ne ifade eder, biliyorum artık! 30 Temmuz günü öğlen olmadan Bolu’dan çıktık. Yukarısoku’dan kuzeye, Çukurören’eDevamı

      Bir iki saat önce işyerini aramış, tarihi Çorlu tren istasyonunda (Bir tek orasını biliyordu.) buluşmaya karar vermiştik. Hasretle kucaklaştık… İnanılmaz mutluydum… -Planın var mı bu akşam? diye sordu… -Yok dedim -Tekirdağ’a gidelim mi? -Cehenneme mi!? Gidelim… … Muammer abiler Çorlu’ya taşınmaya karar vermişti. "Bul Beni" adlı kitabınınDevamı

Bir insan düşünün ki; her ne yaparsa yapsın, hesabını sizden soracaklar!.. Kimse görmezken bile bir yanlış iş yapsa, size şöyle diyecekler: “Gel bakalım, ver bu yanlışın hesabını!..” Hesaptan kaçabilmek yok… “Yanlış gördüklerini, hatalı yazdıklarını” söyleyebilmek yok… Var ise yapılan bir suç, cezasını karşına dikecekler! Bir kişi düşünün… Her ne yaparsaDevamı

      Gel gell… Röportaja gel… Liseyi bitirmiştim. Bu arada (Muammer abi ile tanıştıktan sonraki zaman dilimi) gidip gelmelerim devam etmişti. Bütün üniversiteler kucağını açmış beni beklediğini zannettiğim için, yüksekten uçmuş; tabir yerindeyse, burnu üstü çakılmıştım. Bakırköy Osmaniye’de ikâmet edip yine aynı semtte bir dersaneye başlamıştım. Dersaneden çıktıktan sonraDevamı

Kendi üzerinde dönen değirmen taşları misâli dönüyorum odalarda; Seccadeler nerde?.. Kıble hangi yöne doğruydu bu evde?.. Başıma koymak için takke, çekmek için tesbih var mı?.. Bugün bitti. Gece de gidiyor… Bir günüm daha bitti; ben nereye gidiyorum?.. Gün gün, saat saat, dakika dakika ölüyorum!.. Gidiyorum!.. Tükeniyorum; haberim var mı?.. HerDevamı

Otogardasın… Birilerini bir yerlere gönderiyorsun, da; kimi, nereye? “Al şu senin biletin, bu otobüse bineceksin. Şu senin biletin, şu senin ve bu da senin; sizler de şu arabalara bineceksiniz!” Dağıtım masasındasın… Askerler bir yerlere doğru yola çıkacak, senden alacakları adreslere bakarak: “Sen doğuya gideceksin, sen batıya, sen kuzeye, sen iseDevamı

Herkes bir şeyler satıyor, sabırla yetiştirerek: Buğday, mısır, pirinç; un, tuz, ekmek… Herkes bir şeyler satıyor: Koyun, inek, tavuk; et, yumurta; süt… Ve herkes bir şeyler satıyor, toplayarak dallardan veya çamurda büyüterek: Elma, kiraz, dut, ceviz, hurma, fındık; domates, lahana, dereotu… Herkes bir şeyler satıyor yontup çakarak: Kapı, sandalye, sedir…Devamı

“Gül ateşte nasıl açar Efendim? Kul dediğin her dem naçar Efendim“ diye başlayan mısraları; “Tut elimden kaldır beni Efendim” inleyişiyle bitiyor. Servet Yüksel dünyanın sırrını anlayabilenlerden ki, şöyle diyor: “Aman ha, gönül kırıp kırılmaya değer mi? Boş şeylerin peşinde yorulmaya değer mi? Ne kaldı elimizde baharından, yazından; Bu dünya çiçekDevamı

Topkapı Otogarı vardı eskiden, sur dışında. Ankara’ya, Şanlıurfa’ya, Trabzon’a ve Anadolu’nun her yerine gidecek otobüsler buradan kalkardı. Şimdi oralar açıldı; çimen, çiçek, ağaç oldu ki, iyi oldu. Çünkü fetih ordusunun yerleştiği ve nihayetinde İstanbul surlarının deşildiği mekândı burası… Şimdi bir hayal kurmanızı istiyorum: Son defa İstanbul surlarına bakıyorsunuz, sağınıza… BirazDevamı

Tavus kuşu ne güzel bir mahluktur: Salınır yürür meydanda ve şöyle bir açar kuyruğunu; teel tel, reenk renk, deseen desen. Hayran olur görenler… Tavus kuşu aynaya bakmaz! Sadece sesleri duyar. Hani o, tekrarlandıkça can sıkan sesleri; “aaa, vaaay, ooo, uuu!..” Birileri gelip dayandığı zaman kafesinin dibine, yaklaştığı zaman özel bölgesineDevamı

Televizyonlarda programlar, gazete ve dergilerde haberler. Konularına dikkat: “Şevval Sam’dan güzellik sırları… Ebru Şallı ne yaparak güzel kalıyor…” Benzerlerini de çok izledik ve izleyeceğiz: “Hülya Avşar güzelliğini neye borçlu?.. Sibel Can nasıl forma giriyor?.. Ajda Pekkan nasıl hâlâ liseli kızlara benziyor?.. Gönül Yazar’ın ‘taş bebek’ olmasının sırrı neydi?..” Yıllardır bulduklarıDevamı