“Bağdat”tan Ankara’ya…
“ACI” BİR RİCA!
Sevgili Muammer… Hatırlarsın mutlaka… Bende kaldığın gecelerin birinde… “Halid” de vardı.. Arabanın teki evin önündeki yolda serseri mayın gibi turladı, turladı…
Ve sonunda (Halit’in eve dönerken ettiği telefonla öğrendik ki) Şaşkınbakkal’da bir elektrik direğine toslayıp durdu….
Ertesi sabah seninle o kaza yerine gidip bakmıştık!..
…..
İşte öyle bir araba, evelki gün… Sabahın dördünde, elektrik direği yerine içinde iki genç bulunan bir arabaya çarpıyor… Ve arabanın içindeki nişanlı çift ölüyorlar!..
Bunların örnekleri çok… Yıllardır aynı yerde o kadar çok olaya şahit oldum ki… Bunların hepsi bir dram!
…..
Ama bu gece ölen o gençlerin babası… Adam akciğer kanseri ve ciğerinin teki ameliyatla daha yeni alınmış… Adamın nefes almaya mecali yok ama hüngür hüngür ağlıyor, katılırcasına ağlıyor!..
Sevgili Muammer… Bu vahşet, bu vurdumduymazlık karşısında n’olur bir şeyler yap!.. Yaz bir şeyler…
Sen… Sevgi adamı! Bu kez sevgi sözcüklerin “ölüm üzerine” olsun!.. Parayla ölüme meydan okuyanların apayrı dünyasındaki çevreye sadece ölüm saçan uyuşturucu müptelası bu …lere sen de savaş aç!..
N’olur!..
02.05.2000/Levent Geylan
CİNAYET ARACI!
Levent’in, (eskiden yalı olan) Caddebostan’daki evi adalara bakıyor. Yani şimdi denizle arasında sadece sahil yolu var.
Saat 23.00’ten sonra saate bakıyoruz; beş dakika geçiyor, altı dakika geçiyor… Yedinci dakikaya kalmadan caddeden o ses koparken; biz oturduğumuz yerden kalkıp, yol cephesi tamamen cam olan salondan sahil yoluna bakıncaya kadar o siyah araba motor uğultuları ve lastik gacırtıları arasında kayboluyor!..
Bazen yolun sağ kaldırımındaki tozları havaya savurarak… Bazen seyir halindeki arabaların arasında bir yılan gibi zik zaklar çizerek…
Sahil yolundan Bostancı istikametine doğru gidiyor araba… Büyük ihtimalle meydandan Bağdat caddesine girip Kadıköy istikametine doğru yol alıyor. Nerden döndüğünü bilmiyoruz ama, işte beş ila yedi dakika arasında inanılmaz bir süratle tekrar önümüzden geçiyor…
SU TESTİSİ!..
Levent’in bahsettiği işte bu hadise… (Türksat uydusunda da arıza olduğu ve birçok kanalın bir süre yayından düştüğü geceydi…)
Markasını seçemediğimiz o siyah arabayı görüp de sohbete eski tadıyla devam edebilmek ne mümkün…
Bu mantıksızlığın neden yapıldığını konuşuyoruz…
Bu arabaları kimlerin bu hıza çıkabilecek şekle getirdiğini konuşuyoruz… Bu arabaların niçin böyle sürüldüğünü konuşuyoruz… Bu arabaların sürücülerinden çok onlara bu arabaları verenleri konuşuyoruz…
Siyah araba, yine peşinde yüzlerce küfür ve beddua bırakarak bir tur daha atıyor… Caddenin 24.00 öncesi kalabalığı henüz dağılmamış olduğundan; kendi sağ veya solundan geçerek slalom yapan bu arabanın rüzgarından “şoka” uğrayan sürücüler neredeyse duruyorlar! Üstelik bunların arasında ekip arabaları da var…
Birazdan, beklediğimiz dakikada gelmiyor araba…
Daha sonra da Halid, kendi evine giderken yoldan telefon ediyor bize;
“O araba falanca yerde nihayet durmuş şu an, devirdiği beton direğin altında, parçalanmış olarak!..”
RUS RULETİ!
Bu, Bağdat Caddesi’nin gördüğü ne ilk ne son kazaydı elbette…
Aslında bunlara kaza diyemez hiç kimse.
Bu sürücüler birilerini öldürmüşse bunun adı cinayettir, kendini öldürmüşse bunun adı intihardır…
Veya gerçek mermi ile oynanan “rus ruleti” ne kadar meşru ise, ne kadar yasal ise, ne kadar masum ise veya ne kadar oyun ise; bu da o kadar oyundur, yasaldır ve masumdur!..
“KATL” VARSA…
İşte örnek ortada:
İlk anlattığım pahalı bir intihardı…
30 Nisan günü Erdem Celasun ve Selin Uras’ın “katledildiği” hadise ise bir “cinayet!..”
Şimdi soruyor insanlar bu çarpıklığı;
Gören ve düşünen herkes; “bu arabanın veya arabaların biraz sonra birilerinin canına malolacağını” söylüyorsa… Ve biraz sonra da bu söylenen gerçekleşiyorsa… Bu, nasıl “kaza” olur?..
Ve şimdi insanlar bir çarpıklığı daha soruyor:
“Parçalanarak ölen Selin’in babasının (o hafta) akşam haberlerinde söyledikleri doğru mu?..
Yani kanunlar, böyle bir durumda, neredeyse “bile bile” birilerini öldüren bu …leri; “bir daha yapma yavrum, olur mu” deyip serbest bırakacak kadar boş mu?..
ORTAK NOKTALAR
Onbeş gün sonra… Bu defa aynı sahilin Bostancı’dan Kartal’a doğru uzayan kısmında, içinde beş kişinin bulunduğu bir otomobil refüje çarpıp takla atıyor ve havada uçarak karşı caddeden gelen ve içinde iki kişinin bulunduğu bir başka arabanın üzerine düşüyor… Sonuç; (yaşları 17-20 arasında değişen) üç ölü, ve iki arabada bazısı ağır beş yaralı…
Peki bu (hâlâ bazılarının kaza olduğunda ısrar ettiği) “kaza”ların ortak özellikleri ne?..
Cevap öyle açık ve net ki:
Alkol veya uyuşturucu…
Aşırı, hatta akıl almaz sürat…
Ve tahmin edilmez derecede kanun boşlukları…
ADIM ADIM ANKARA
Şimdi, baba Boray Uras yirmibir gün sürecek olan Ankara yolunda yürüyüşünü sürdürüyor…
Kırk gün önce Bağdat Caddesi’nde, hiçbir uyarı ve işareti umursamayıp biribirleriyle yarış eden iki sürücünün, kendi kızı Selin ile nişanlısı Erdem’i kendi otomobilleri içinde parçalayarak öldürdükleri yerde bir konuşma yaparak Çarşamba günü yürüyüşüne başladı.
Onun amacı; kendisinden sonra başka ana-babaların canının yanmaması…
Onun amacı; ana-babaların daha kundakta iken kendi çocuklarını eğitmeye başlaması…
Onun amacı; Meclis’e bu konunun taşınması ve trafik kanunlarının bir an evvel yeniden elden geçirilmesi…
Eğer Ankara yolunda görürseniz bu acılı babayı, anlamaya çalışın onu… Bilin ki o, (artık) kendi için değil, sizin için ve bizim için yürüyor…
Kendi anlık sürüş keyifleri ve vahşi heyecanları için, önlerine çıkabilecek hiç kimsenin canını umursamayanlar ile onlara bu parayı ve bu düşünce biçimini verenlerin bir an evvel durdurulması için yürüyor…
…..
Kenara çekilin… Yol açın ona;
Ki diğerlerinin yolu kapansın!
Stop
Muammer Erkul
12 Haziran 2000 Pazartesi