(Bugün beni “çekilmez” bulmayın sakın…
Anlamaya çalışın!..)
Bayrak, benim için “ÇOK ŞEY” demektir… Hem de sadece “törenlerde” değil!
…..
Bayrak öyle bir sevgidir ki benim için; kızımın adı bile “bayrak” kelimesinin bir başka söylenişidir…
Ne güzel gelenek, görenek, adet ve alışkanlıklarımız vardır bizim, değil mi?..
Hemen hemen HER YENİ VE GÜZELİN ÖNÜNDE VE ÜSTÜNDEDİR BAYRAK…
Masamda çalışırken pencereden gördüğüm meydanda yükseltilmekte olan ikibuçuk katlı villalardan, çatısı ilk çatılanın tepesine çekilen bayrağı hep sevdim sallandıkça… O dalgalandı ben okşadım onu bakışlarımla…
…..
Bayrak, çok şey ifade eder benim için; hem de sadece bayram ve seyranlarda değil…
Bununla birlikte, evimi bilen ve penceremi tanıyanlar, (hazır fırsatı gelmişken) Pazar günü niye camlara bayrak yapıştırmadığımı merak etmiştir diye söyleyeyim;
Unuttum!..
…..
Çünkü öğlen namazının ardından kaldırılan cenazesiyle, akrabadan olan Hacı Sami (Taşkın) enişteyi toprağa verdik…
…..
Yukarda örnek vermiştim ya; bir de Türk insanının ve dilinin güzelliğine, acıyı bile ifade şekline bakın:
“Hakka yürüdü” diyorlardı dün, defnedilen mevta için… Teyzem bana sarılıp ağlarken;
“Toprağa sakladık” diyordu…
Uzakta kalamıyorum böyle durumlarda; kabre inmesem de açık mezarın en kenarındakilerden biri hep ben oluyorum; belki tahtasını ben uzatıyor, belki ilk toprağını ben atıyor, belki kabre inmiş olan kendi evladını ben yukarıya çekiyorum…
Fakat bu kadar yakında olmak da beni allak bullak ediyor… Duruluncaya kadar belli bir zaman geçmesi gerekiyor, ama galiba birşeylerin yerli yerine oturabilmesi için de böyle çalkalanmalar gerekiyor!..
Şu an burda olanlar; cenaze sahiplerini teselli etmeye çalışanlar, uzaktan gelip bu kısa zaman içinde biribirine hal hatır sormaya çalışanlar, konuşmadan bir sigara yakıp derin derin nefesler çekenler… Amaa, her biri… İşte her biri de orda, bir metre toprağın altında kalan mevtaya arkasını dönüp gidiyor!..
…..
Düşünebiliyor musunuz?..
ORDAYKEN DÜŞÜNDÜM:
…İmam efendi dua ediyordu.
…Herkesin avuçları açıktı.
…Hatırlıyordum; “Cenaze sesleri duyar, hatta cenazesine katılanları görür” diye duymuştum…
Dua uzadığı için kolum ağrımıştı, acaba kaç kişi daha kolunun ağrıdığını düşünüyordu?..
Çok sıkışık ve düz olmayan bir yerde diz çokmüş durumdaydım ve çiğnenmiş bir yaban gülü dalındaki diken bacağıma saplanıyordu… Canım yandıkça bacağımı yukarı doğru kasıyor, kastıkça da adalelerim daha fazla yoruluyordu…
…..
…Acaba kaç kişi şu an DAHA RAHAT BİR POZİSYONDA bulunmak istiyordu?..
…İmam efendinin duası uzuyordu…
…Uzamalı mıydı, uzamamalı mıydı?..
…Şu an burda avuç açmış; “amiin” diyenler bir gün kendilerinin de böyle bir duayı dinledikten sonra, “amiin” diyenlerin, kendilerini bırakarak usulca çekilip gideceklerini düşünebiliyorlar mıydı?..
…Söylenmişti, duymuştum…
“Mevta cenazesini ve kendini takip edenleri görür, sesleri duyar; ağıtlardan ve dövünmelerden de rahatsız olur”, denmişti…
…Kabristan doluydu…
…Herkes el açmış ve “amin” diyordu… Son defa; “Faaatiha!..” Diye bağırdı hoca efendi ve herkesin dudakları kıpırdadı…
…Sonra hareketlendiler…
…Birer ikişer, üçer beşer kabristanı terketmeye başladılar… En sona yakınlardan bir iki kişi kaldı… Onlardan biri toprağı ıslattıkları mavi ibriği aldı… Mezarlık görevlisi kürekleri topladı.
…İnsanlar çekilince bir kuş uzun uzun öttü…
…Ben; BÜTÜN SESLERİMİ YERYÜZÜNDE BIRAKMIŞTIM YA, konuşamadım… “Durun, beni bekleyin”, diyemedim…
…Bir böcek yürüdü sarkık duran dalın üzerinde…
…Ben; BÜTÜN ADIMLARIMI ATMIŞ OLDUĞUMDAN, bir adım daha atamadım…
…Ben…
…ORDA KALDIM;
…Aynen diğer herkesin de bir gün böyle bir mezarlıkta YAPAYALNIZ kalacağı gibi…
Adımı seslendi biri, dönüp baktım;
“Gelsene, dedi… Bak seni kiminle tanıştıracağım…”
YÜRÜYEBİLDİM;
Kanatlarına alçı sürülmüş bir serçe kuşu gibi!..
ÇIKABİLDİM KABRİSTANDAN;
Bir gün çıkamayacağımı bilerek!..
…..
Allahü teala hepimize nereye gideceğimizi bilmek ve ona göre hareket etmek… İman üzre bu hayatı terketmek nasip eylesin…
Ve duaların kabul olunduğu bu mübarek aylar hürmetine hepimizin ölmüşlerine de rahmet eylesin, amiin…
“Kasvet” mi zerkettim damarlarınıza, bilmiyorum.
Bildiğim şu ki; yukardakiler HAYATIN EN ÖNEMLİ GERÇEĞİ…
…..
Yazılacak yine çok konu vardı aslında…
Ama bazı gün yazılar böyle KENDİLİĞİNDEN geliveriyor, sorgusuz – sualsiz…
Geliyor ve sorgusuz sualsiz gidiyor işte; sorgulu ve sualli bir “mekâna” giden bizlere doğru!
Stop
Muammer Erkul
31 Ekim 2000 Salı