Ben Kaptan Bravo (veya intihar dosyası-1)
Canımızın parçası Türkiye Çocuk Dergisi’nin sürücüsü Ahmet Sırrı Arvas sabahın erken saatinde üç cümlelik bir e-mail göndermiş. Son iki cümlesinde diyor ki:
“29 Şubat tarihli gazetede çıkan “İntihar ne demek?” isimli yazı muhteşemdi. Tebrik eder, devamını bekleriz.
Ahmet Sırrı”
…..
Ürktüm!..
“Devamını bekleme yahu, dedim. Keşke böyle hadiseler hiç akla bile gelmese…”
Ama demek ki başka şeylerden bahsediyormuş bana, geç anladım. Çünkü nihayetinde onun dediği oldu…
Ardından Doğuş Bektaş’tan üç tane fıkra geldi.
Gene ürktüm!..
Sebebi; (Doğuş bilerek veya bilmeyerek) açık ve net şekilde, benim düştüğüm pozisyonu anlatıyordu bu fıkralarda:
…..
Günün birinde açık denizlerde yol alırken, gözcü seslenmiş direğin tepesinden:
“Heyyoooo!.. Uzakta bir korsan gemisi göründüüüüü!..”
Bunun üzerine tüm mürettebat dehşet içinde sağa sola koşuşturmaya başlamış. Kaptan Bravo sakin bir sesle yardımcısına seslenmiş:
“Bana kırmızı gömleğimi getirin.”
Yardımcı derhal kaptanın kırmızı gömleğini getirmiş… Bravo, gömleği giyerken adamlarını savaş düzenine sokmuş ve korsanları yenmiş…
…..
Daha sonra gözcü bu kez bir değil, iki korsan gemisini tespit etmiş uzaklarda…
Kaptan Bravo yine “kırmızı gömleğini” istemiş ve yine korsanları duman etmiş.
O akşam, bütün mürettebat güvertede oturmuş, o günkü zaferi konuşurken, adamlardan biri kaptana sormuş:
“Kaptanım, niye savaştan önce kırmızı gömleğinizi istiyorsunuz, çok merak ettik de…”
“Şundan istiyorum ki evladım; eğer saldırı sırasında yaralanırsam, “kan rengindeki” kırmızı gömleğim kanımın aktığını belli etmez. Böylelikle siz de korkusuzca düşmanlarımızla çarpışmayı sürdürürsünüz…”
Ortalığı bir sessizlik kaplamış, sadece denizin şıpırtısı ve rüzgarın yelkenlere dokunuşu duyuluyormuş… Adamların yürekleri kaptanlarının cesaretine duydukları hayranlıkla atıyormuş…
…..
Şafak sökerken gözcü bu defa bir değil, iki değil, tam ON korsan gemisinin yaklaşmakta olduğunu haykırmış. Mürettebat saygı ve teslimiyet kokan bir sessizlikle kaptanlarına bakarken, birisi koşmuş ve onun, artık alıştıkları kırmızı gömleğini getirmiş…
Kaptan Bravo kendisine takdim edilen kırmızı gömleği görmüş ama, yaklaşmakta olan on korsan gemisini kısık gözleriyle uzuun uzun seyrettikten sonra;
“Bu kırmızı gömleğimi götürün, demiş sakin ama gür bir sesle…
Bana kahverengi pantalonumu getirin (!..)
…..
Derin konuların bizim harcımız olmadığını… Ve kolayca batırdıklarımızın; içinde birkaç çapulcunun bulunduğu çürük tekneler olduğunu biliyoruz biz de… Karşımızda koskoca bir filo gördüğümüzdeyse, işte böyle sağa sola koşuşturmaya başlıyoruz “kahverengi bir pantalon” için!..
İkinci fıkra da bizlik:
Temel doktora gitmiş.
“Hastayım doktor, çok hastayım. Vücudumun her yeri ağrıyor. Nereme dokunsam dünya sanki başıma yıkılıyor…”
Şaşkınlıklar içindeymiş doktor:
“Allah Allah, demiş. Nasıl bir hastalık bu, vücudunun her noktasını birden ağrıtabiliyor? Göster bakayım ağrıyan yerlerini…”
Temel parmağının ucuyla korka korka kafasına dokunmuş ve basmış feryadı;
“Ay, ay, ayyy!..”
Sonra göğsüne bastırmış parmağını, yine acıyla bağırmış. Sonra beline, sonra gözüne, sonra sırtına, sonra koluna, sonra bacağına, ayaklarına… Nereye değse ağrıdan kıvranıyormuş.
Doktor; “Tamam, demiş Temel’in elini tutarken. Dur artık, bu kadar yeter…
Bak, senin işaret parmağın kırık!..”
…..
Biz de ağrıyan bir nokta bulduğumuzu düşünüp bastık parmağımızı… Ama gördük ki pek çok organımız ağrıyor (!) Ve kime değsek acı bir feryat yükselirken bizlerden, gördük ki; asıl kırık yahut çatlak veya boşluk “başka taraf”larda!..
Üçüncü fıkra ise düşmüş bulunduğumuz karşılıklı çaresizliği anlatıyor:
…..
Bostanına birilerinin dadandığını ve her akşam bir miktar karpuzunun eksildiğini anlayan çiftçi, epey düşündükten sonra tarlasının kenarına bir uyarı levhası koyuyor:
“Dikkat! Karpuzlardan bir tanesine siyanür enjekte edildi!..”
Uyarı o gün ve sonraki gün olağanüstü işe yarıyor. Fakat üçüncü gün çiftçinin sevinci kursağında kalıyor. Çünkü, kendi diktiği tabelanın yanındaki ikinci bir tabelaya ve üzerindeki yazıya gözü takılıyor:
“Artık o karpuzdan bir tane daha var!..”
…..
Düşünebiliyor musunuz, sadece iki karpuz için bir bostan tarlasının ziyan olduğunu?..
Bunları niye anlattım?.. Bir gün içinde (çoğunu yazamadığım) birçok mesaj ve mektup aldığım için:
…..
“Maneviyatı ve şahsiyeti zayıf kişiler intihar ederler.”
Kiltan-Almanya
…..
“Bence intihar; sevgiyi, gidenlerin arkasından aramak…
Ben de intihar etmeyi düşündüm, çok sevdiğim insanları kaybedince… Ama bendeki düşünce, sevdiğim insanlara kavuşabilmek düşüncesiydi. Ve beni yine sevdiğim bir insan kurtardı bu düşünceden…
“İntihara teşebbüs eden kişi; acıdan ve sıkıntıdan en çok korkan, çekinen kişidir.” Dedin ve gerçekten haklısın. Biraz düşününce ben de acıdan korktuğumu anladım; sevdiğimin acısını çekmek korkusundan…
Teşekkürler, belki bu yazıyı okuyanlar farklı düşünecek artık, her şey için teşşekkürler…” Tuğba Uysal
Cevap: Bir gün doğruyu bulmak ne güzel…
Belki bugüne kadar bilmiyorduk, ama şimdi öğrendik değil mi; intiharın, insan öldürmekten bile daha büyük bir günah olduğunu?…
Sevgiyle.
M.E.
…..
“İntihar edenleri ben de anlamıyorum, ama bence onlar da kendilerini anlamıyorlar. İnsan aklını kaybetmeden nasıl intihar edebilir ki? Bu az bir şey mi, kendi canına kıyıyor, kimse sağlam kafayla yapamaz herhalde bunu. Yapıyorsa zaten kendinde değildir ve kimbilir ne olmuştur onu bu noktaya getiren. Ben intiharı falan savunmuyorum tabii ki ve hiçbir şekilde affının olamayacağını da biliyorum. Ama acıyorum, elimde değil. Şov yapanları kastetmiyorum. Sen de onları kastetmiyorsun biliyorum. Gerçekten intihara teşebbüs edenler… Bir tanesini dinlemek isterdim. Sevgiyle.
Jale
Cevap: Tavsiye etmem!…
Kimden:İsmini vermek istemiyorum
Tarih: 29 Subat 2000 Salı 16.08
Ben üç yıldır köşenizi “köşem” olarak benimsedim Muammer Abi. Derdim aşk, bana yardımcı olursan sevinirim. Çok kötüyüm, seviyorum kelimesi laf mı abi ya, 3 yıldır hem birbirimizi seviyoruz hem ayrılıyoruz. En az 10 defa ayrıldık, her defasında o benden ayrıldı, bu kez de ben ayrıldım. Ayrılalı 45 gün olmasına rağmen onun yokluğuna alışamadım. Unutmam mahşerde olacak, seviyorum aşığım. Onunla çok şeyler yaşadık ve paylaştık. Asıl meselem şu ki; bunu da hiç kimseye anlatmadım şu an bir tek sana anlatmak istiyorum: Sebebi de bugünkü köşen oldu. Onun uğruna intiharı bile denedim. İkinci intiharı düşünürken beni sen kurtardın şimdi…
…..
Sana söylüyorum ki; onunla dünya evine bile girdik, fakat şu an ayrıyız abi. Kusuruma bakma abi, intiharı unuttum, fakat her gün akşam içki içmeye alıştım. Muammer abi ben şimdi ne yapacağım içki beni öldürmez mi? Ya onun yokluğu, o ne yapar abi?
….. abi beni sevmemiş olsaydı benimle dünya evine girer miydi? Seviyordu ise neden ayrıldık? Şu an geri döner mi? Sakın bana; onu ara tekrar konuş deme abi, çünkü ayrıldıktan 15 gün sonra aradım; üç hafta kadar (bu şehri) terketmek zorunda kaldım. Şu an biraz iyiyim, çünkü seninle konuşuyorum…
…..işin özü ben onsuz bir hiçim, peki o bensiz yapabilir mi?. Eğer bensiz yapabilir diyorsan benim de onsuz yapmam lazım değil mi? O, 82 doğumlu ben ise 76 doğumlu. Ben askerliğimi yaptım, o da bu sene lise sonda. Sözde lise bitince annem babam istemeye gideceklerdi. Annesi babası razı olurlarsa düğün yapacaktık, razı olmasalar da kaçacaktık.
Cevabını ve tavsiyelerini bekliyorum en kısa zamanda, dayanacak gücüm kalmadı. Allah’a emanet ol.
Cevap: Merhaba açıkyürekli, öğrenmeyi isteyecek kadar alçakgönüllü ve sormanın erdemini bilen, samimi kardeşim.
Hoşgeldin binlerce dua eden abinin, ablanın ve kardeşin her gün buluştukları… Ve her gün dualarda biribirlerini hatırladıkları… Büyük bir birliği ve sevgiyi paylaştıkları Sevgi Köşesi’ne…
Bu köşe inan ki beni falan aşıyor!.. Bu köşe güzel yürekli insanların birbirlerini buldukları ve sıkıntılarını dağıttıkları bir yer. Aklımın almadığı bir beraberlik var ki bu okuyucuların arasında, yeminle söylüyorum; iyi ki geldin ve iyi ki katıldın bu harika okuyucuların arasına, yani sesini duyurdun… Artık sırtın yere gelmez inşaallah.
Çünkü insan tekbaşına pek çözüm bulamıyor sıkıntılarına. Bu senin eksikliğin değil, hepimizin ortak problemi, gerçeği. İşte bunu aşabilen insanları alkışlarım ben. Herkes alkışlar haliyle…
Hiçbir sıkıntıyı aşmamış kişi neyi başardı ki, ne yaptı ki söyler misin bana?
Şimdi biraz da diğer konuya dönelim ki vaktim kalmadı benim de… Bir insan hemen hemen bütün günahları işlese günahkar ölür. Günahını çektikten sonra da, imanından dolayı sonsuz olan Cennet’e gider. Ama kendini öldürdüğü zaman; bazı alimlere göre küfre düşer.
Küfür nedir biliyor musun sen?..
SONSUZA KADAR ATEŞ!..
Hiçbir zaman kurtulma “ihtimalinin” bile olmaması demek…
Ateşin ne olduğunu biliyorsun ama değil mi?
Sigaranı parmağının ucuna bir saniye değdir de gör!..
“Sonsuz” nedir biliyor musun peki?
…..
Bilim adamlarına göre kâinatın teşekkülünün çook sonlarına doğru meydana gelmiş olan dünyamızın yaşı 20-30 yıl değil, 200-300 yıl değil, 2000-3000 yıl değil, 20 000-30 000 yıl değil, 200 000-300 000 yıl değil, 2-3 milyon, 20-30 milyon, 200-300 milyon değil… 4,5-5 milyar yıl…
Uzun bir zaman mı? Bizim için belki…
Ama başı ve sonu var, yani zamanlı. Yani aynen senin ve benim gibi doğmuş bir şekilde ve yine bir şekilde ölüp gidiverecek dünya da… Sadece onun ömrü bizimkinden birazcık fazlaymış o kadar.
Ve “zamanla sınırlı” olan bir şey öylesine ufak ki sonsuzun yanında… Anlatabiliyor muyum? Sonsuz, hayal gücünün o kadar dışında bir kelime ki…
Niye yazıyorum bunları saatin, sabahın 05’ini geçtiği bu vaktinde dersin?..
Hem de “tanımadığım” birisine?
“Seni yabancı ve tanımadık biri olarak görmediğim için…”
Aynı düşüncedeyiz değil mi?
…..
Peki sen sevgili …., insanı büyük felakete götürecek olan hareket ile ölenlerin halini düşünebiliyorsun değil mi?..
Bunları senin de anladığını elbette biliyorum. Ama sen de bana “bunları anladığını” yazar, söylersen konu hakkında belki başka bilgiler de verebilirim. Belki bir kitap veya başka bir tavsiye… Ha, sen nerde oturuyorsun ve nelerle uğraşıyorsun?..
Sevgiler… Muammer
(Devamı yarın)
Stop
Muammer Erkul
03 Mart 2000 Cuma