Beni sil!
O zamanlar da arabamı şöyle pırıl pırıl parlatarak dolaşmaya pek zamanım olmuyormuş ki; bir yandan bunu başarabilenleri takdir ediyor, diğer taraftan da benim gibi bir sahibe düşmüş olan "zavallı" vasıtaları kolluyordum trafikte…
Hani şöyle üzerine;
"Beni yıka" falan yazılmış olan arabaları!..
Hiç de az değildiler…
Hiç de az değildik yani; üzerine yazı yazılabilecek kadar tozlu arabalara sahip olanlar…
Bunların hepsi, acaba yoğun çalışanlar mıydı?.. Bunda bile hoş bir taraf bulabilenler miydi?.. Yoksa gerçekten tembel olanlar mıydı?
Ne bileyim, belki de hepsi birden!..
Bir sabah korktuğum başıma geldi…
Yok, böyle dersem doğru olmaz… Sadece, bir gün nasılsa "olması beklenen" oldu…
Yaklaşırken baktım ki; arka camın "ihtiyar" tozunun üstüne;
"BENİ SİL" yazmış birisi.
…..
Tamam, olur, peki…
Söz, sileceğim…
Ama, şimdi değil haliyle!..
…..
O an aklıma geldi ve hemen uyguladım:
"İ" harfini, üç yatay çizgi ile "E" harfine…
Yazıldığı el yazısının eğikliğinden istifade edip, bacağını biraz yukarıya uzatarak, "L" harfini de "V" harfine döndürdüm.
Şimdi net olarak okunan şuydu:
BENİ SEV…
Yolda giderken; benim gibi biraz rahat, biraz tembel, biraz esprili, biraz şirin… Ne bileyim işte bana benzeyen, kendini benim gibi hisseden sürücülerin o yazıyı okuyunca çok hoşlanacağını da düşünüyordum doğrusu…
O günüm işlerin peşinde geçti.
Dönme saati geldiğinde arabamı park ettiğim yere gittim. Üzerinde oynayıp değiştirdiğim yazıya tebessüm ederek bakarken, onun hemen altında, sadece yakından, yani benim okuyabileceğim incelikte yeni bir yazı gördüm.
Aynen şöyle diyordu:
"Eğer sevilmiyorsan, sevmeyi bilmiyorsun demektir!"
——————————————————–
Deneme
Ömür bir testi sudur ellerimizde taşıdığımız, ve bizler sahrada kaybolmuş insanlarız…Her biri ayrı ayrı yönlere giderken arada sırada yolları kesişen…
Bazen bir kum fırtınası sarar etrafımızı, gözlerimizi kör eden, nefesimizi kesen.. O an hiçbir şey görmemeye mahkûmuzdur. Yığılır kalırız kumların üzerine ve bekleriz fırtınanın geçmesini…
Bazılarımız bilirler rüzgarların suyun bulunduğu taraflardan geldiğini ve o yöne doğrulurlar. Kum taneleri gözlerine dolup nefeslerini tıkasa da durmaz ve gözü kapalı yürürler hayallerine doğru…
Fırtına geçtiğinde çölde yığılıp kalanlar, yine bir testi suyla idare edip, yine yollarını bulmaya çalışan, karmakarışık ve asık suratlı insanlar olarak uyanırlar uykularından!..
Fırtınanın üstüne yürüyenlerse yorgun, fakat aradıkları suya kavuşmuş olarak bitirirler kâbusu…
…..
ÖMÜR;
Bir testi sudur, ellerimizde taşıdığımız…
Ve bizler sahrada kaybolmuş insanlarız,
Her biri ayrı ayrı yönlere giderken,
Arada sırada yolları kesişen…
Sazsız Ozan
Mektup…
Sevgili Muammer Erkul Bugünkü "Arşınları getirin" yazınızı arkadaşımla beraber okuduk, ne kadar insanın anlayabileceğinden bahsediyordunuz…
Keşke okuyan herkes anlayabilseydi, ne kadar güzel olurdu. Günümüzde tutulacak eller o kadar az ki, belki de her gün sokağa çıkarken bir tane tutulacak el ya da bir tane sevgi dolu yürek arar insanlar. Siz yazılarınızla bir sürü insana sıcak bir el, sevgi dolu bir yürek sunuyorsunuz…
Bugün çok kötü bir gün geçirdik, ama sizin yazınızla bir kez daha güzel insanların varolduğuna bizi yeniden inandırdığınız için size teşekkür ederiz. Yarınki yazınızı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Sevgilerin yarınlara bırakılmaması dileğiyle.
Saygılarımızla
Gül-Hamza Çebi& Nalan Kasım
…..
Cevap:
İşte!.. Gördünüz mü;
Dün siz yoktunuz benim âlemimde, ama şimdi varsınız…
Niçin?
Bir el uzattığım için, gözü kapalı!..
Bilmeden kimin tutacağını;
Ama birinin tutacağından da emin olarak!..
Anlatabiliyor muyum?..
…
Veya siz "kendinize" sorun, haydi!..
Deyin ki;
"Ben… Ben anlayabiliyor muyum, tutmak için bir el bekleyen insanlarla dolu olduğunu dünyanın?
Hissedebiliyor muyum bunu?.."
…
Ve sizden bir ricam olsun… Bir dileğim olsun, bir yalvarışım olsun hatta… Kabul mü?..
Kendinize sorduğunuz bu sorunun cevabı lütfen, ne olur, yalvarırım;
"Evet" olsun!..
Stop
Muammer Erkul
15 Ocak 2001 Pazartesi