Bu yazı, kendi çocuklarının da AYNEN KENDİLERİ GİBİ; tercih, inisiyatif, hoşlanma, hoşlanmama, kabul etme, reddetme vesaire gibi bütün hayatî, insanî ve duygusal tepki ve belirtileriyle "İNSAN STATÜSÜNDE" bulunduğunu idrak eden ve onu, AYNEN KENDİSİ GİBİ bir "İNSAN" olarak ALGILAYABİLEN…
Daha doğrusu bu algılamayı kabul edip sindirebilen kişiler içindir…
…..
İşte bu yüzden; kendi çocuğuyla sadece; "KENDİ ÇOCUĞU OLDUĞU İÇİN" hiçbir zaman aynı kefelere oturmayan, hiçbir müzâkereyi kabul etmeyen, hiçbir fikrî teâtiye girmeyen…
Yani beyin ve duygu anlamında ONLARI HİÇ SAYIP, YOK KABUL EDENLER lütfen okumasınlar bu yazıyı!..
…..
Yani bugün
Virajlı bir dağ yolunun en zor noktasında lastik arabadan ayrıldı ve ardından facia geldi…
…..
Bütün parçaları toplamadılar aslında.
Ama toplasalardı da, "SOMUNUN BİRİNİ" bulamayacaklardı…
Çünkü LASTİĞİ TUTMAKTAN VAZGEÇMİŞ O İLK SOMUNU, kaza yerinden onlarca kilometre önce, dümdüz ovada kurulu, yemyeşil köyün kıyısından geçen yolun yakınında oynayan küçük bir çocuk buldu!..
Şu sorunun cevabı, istatistiklerde kayıtlı mı, çok merak ediyorum:
Acaba düşen uçakların kaç tanesine;
Bağlantısının koptuğu fark edilemeyen…
Gövdeye sımsıkı sarılmaktan vazgeçtiği anlaşılamayan bir tek perçin çivisi sebep oldu?..
…..
Bir tek perçin koptu;
Ve ardından kanatların, gövdenin, motor bölümlerinin parçaları plaka plaka savrulmaya başladı havaya…
Facia böyle geldi!..
Bu büyük elektronik sistemin üretildiği merkezde, el ile çalışan kişilerden biri, az önce telefonda duydukları yüzünden dalgındı. Küçücük… Ama minicik… İncecik bir bağlantı teline, dikkatini yeterince veremedi…
…..
Altı ay sonra:
Şehir cereyanındaki bir dalgalanma, o hassas noktaya ağır geldi, ark oluştu.
…..
Bir ay sonra:
İşyerindeki çalışma düzenini modernize eden adam; sebebi anlaşılamayan bu aksaklığı, verimi azaltmadan bulmayı, onarmayı istiyor ama başaramıyordu.
Öyle bir noktadaydı ki; ne yoluna devam edebiliyor, ne de eski sisteme dönebiliyordu.
Pişmandı aslında. Ama aslında o, sadece yapması gerektiğine inandığı şeyi yapmıştı.
Bildiği; hayatının zehir olduğuydu. Ve bir daha da geri dönüşün mümkün olmadığıydı…
İlk sarsıntıda çöküp, can kaybı da olan binalardan birini çok iyi araştırdılar… Bu dirençsizliğin sebebi neydi?
Çünkü inşaat yapılırken, paranın sahibi hiçbir masraftan kaçınmamış, buna göre anlaşmıştı müteahhitle. O da işini iyi bilen ustaları kalfaları seçmiş, işe almıştı.
…..
Peki ne idi bu facianın sebebi?
Şuydu:
İkinci katın demirlerinin ince tellerle, belirli aralıklarla biribirlerine bağlandığı aşamasındaydı inşaat. Basit ama el oyalayan bir işti bu.
Kalfa, kendi kardeşiyle birlikte bütün gün çalışmış, sonunda demişti ki;
"Ben şimdi gidiyorum…
Sen hava iyice kararmadan şu iki kirişi bağla ki sabah erkenden beton dökülecek…"
Kardeşi esasında yorulmuştu. Abisinin, arkadaşlarıyla birlikte eğlenmeye gideceğini de biliyordu. O yüzden itiraz etti. Ama bu tartışmanın sonunda şiddetli bir tokat yeyip sustu.
…..
Fakat o sinirle, kendisine kalan iki kirişten sadece birinin bir kısmının telini bağladı ve o da bırakıp gitti…
Sabah erkenden hazır betoncular geldi ve kalıplar dolduruldu!..
…..
Yıkılan binanın sebebinin bu olduğunu hiç kimse bilmedi.
Çünkü abi ve kardeş daha o sene başka bir şehre gittiler, ardından da başka bir şehre…
Kendilerinin de bir süre çalışmış olduğu ilde bazı binaların yıkıldığını duymuşlardı amaa;
Kimin aklına geldi ki beş sene evvel atılmış olan bir tane tokat!..
…..
Ayrıca gelse bile ne değişecekti ki?..
(Bunlar kimsenin aklına gelmez de, peki şu cevap kimin aklına gelir?..)
Zekâsını etrafındaki hemen herkes biliyor… İyi yürekli de biri… Arkadaşlarına son derece bağlı, yardımlaşmayı seviyor.
Zaten buna benzer ilişkilerinin sonucunda büyük bir sapma yaşamış ve bir daha kurtulamamış veya kurtulmak istememiş…
On altı yıldır sigara tiryakisi. On bir sene evvel ilk kez sarhoş olacak kadar içki içmiş… Yedi senedir, (içerde olmadığı zamanlarda) esrar içiyor…
Üçüncü mahkumiyetinin son günü, hapishane müdürü çağırıyor onu odasına, enteresan şeyler konuşuyorlar…
…..
Diyor ki müdür:
"Çok açık ve net konuşabilen biri olduğunu biliyorum…
Ne kadar zeki olduğunu da herkes biliyor.
Şimdi senden, senin yolundan gelebilecek insanları kurtarabilmek için yardım istiyorum…"
"Peki" diyor, yarın üçüncü hürriyetini yaşayacak olan mahkum…
"Eğer elimden gelen bir şey olursa yaparım.
Eğer bildiğim bir şeyse soracağınız, söylerim…"
…..
Hemen soruyor müdür:
"Sebep neydi?..
Seni bu yola düşüren sebep neydi? Arkadaşlar mı, tahsil mi, kan bağları mı, eğitim sistemi mi, yaşadığın coğrafya mı, okuduğun bir kitap mı neydi?..
Ama ‘ASIL SEBEP’ neydi?..
Düşünmeye çok zaman ayıran birisin. Bunun cevabını da asıl sen verirsin ve bu cevap bana hakikaten gerekli…"
"Bu bana İLK DEFA SORULUYOR müdür bey" dedi mahkum…
"Derinlemesine anlatabilirim bunu…
Ama isterseniz en önce, sadece bir tek cümleyle vereyim cevabını, ardından detayları konuşuruz…"
"Tamam. Benim istediğim de işte bu zaten."
"Babamın geğirtisi!.."
"Anlamadım…"
"Zaten ben de kimsenin anlamayacağını bildiğim için anlatmadım bugüne kadar. Size de sadece, özellikle sorduğunuz için söyledim… Hani, diğerlerine faydası olacak, dediğiniz için…"
…..
Müdür pür dikkat;
"Tamam, tamam dur" dedi.
"Gerçekten anlatacaklarına ihtiyacımız var…
Anlat şunun aslını astarını…
Ama önce çayları tazeleteyim. Yak bakalım şurdan bir sigara daha…"
(Devamı yarın)
Stop
Muammer Erkul
09 Şubat 2001 Cuma