Bir destandır Kırkpınar [10 Temmuz 1999 Cumartesi]

Bir destandır Kırkpınar

Farkına vardım ki; bazısı için “Kırkpınar” hiçbir şey ifade etmiyor.
Hatta Kırkpınar’ın ne olduğunu bile bilmeyenler yaşıyor aramızda…
Bunun mümkün olabileceğine inanın ihtimal bile vermezdim.

Ben, gazetelerde neşrolunan “pehlivan tefrikaları”nın sonlarına yetiştim.
Her gün soluk soluğa “güleş atan” yiğitleri soluk soluğa okudum.
Birinin kıspet elde çayır çayır dolaşabilmesi için, diğerinin baba topraklarında çiftçiliğe mahkûm kalması gereken iki kardeşin günler süren güreşini takip ettim. Sonra Yusuf’un nasıl Koca Yusuf olduğunu…
Sonra Kurtdereli Mehmet Pehlivanı…
Sonra Kel Aliço’yu…
Sonra Dodurgalı’yı.

“-Pehlivaaan pehlivan…”
Cazgır lafını duyup duyup da “cazgır” kelimesinin hangi manaya geldiğini düşünmüyor mu kimse?
Hayret!

Herşey bir tarafa, evlerde tuğla gibi duran ansiklopedilerin bir işe de yarayabileceğini tahmin edenleriniz var mı?
Ve onları veren gazeteleri “mutlu kılmak” isteyeniniz var mı?..

Hepimiz “futbol üstadı”yız!..
Hepimiz sumodan, buz hokeyinden, beyzboldan haberdarız…
Hepimiz henüz oynamamış olsak bile bovling topuna kaç parmak sokulduğunu ve nasıl yuvarlanıldığını biliyoruz…
Daha sayayım mı, yoksa yeter mi?

Kızlar seksek oynamayı, oğlanlar misket yuvarlamayı öğrenirken duymalı Kırkpınar’ı…
Kızlar, Kırkpınar’da güreşecek oğullara ana olmaya… Oğlanlar Sarayiçi’ndeki bir yağcının ibriğinden dökülen zeytinyağıyla yağlanmaya özenmeli.

Bir Türk çocuğu, bu sene 638’incisi yapılacak olan Kırkpınar yağlı güreşlerinden habersiz olmamalı.
Bir Türk çocuğu;
“Kırkpınar mı?.. Duydum galiba, ama ne olduğunu bilmiyorum..
Kırkpınar mı?.. Pet şişelerde satılan sulardan biri mi?..
Kıspet de ne demek?
Kıspet diye bir pantalon markası hiç duymadım!..
Nasıl yağlanıyorlar yani?..
Zeytinyağıyla mı?..
Vücutlarının her yanını mı yağlıyorlar?..” Gibi saçmasapan ve aptalca sorular sormamalı…

Spor kelimesi zihninde bir anlam ifade eden her Türk evladı, Kırkpınar yağlı güreşleri hakkında malumat sahibi olmalı.
Ki, “dün”e kadar yağlı güreş, Türk için spor bile değildi…
Peki neydi?
Bazıları için hayat biçimi… Bazıları için hayatın bir parçası… Bazıları için seyrine doyulmaz bir gösteri-eğlenceydi.
Ve izlenen bu güreşler aylarca anlatılır durulurdu aynı güreşi kaçırmış olanlara; yazın söğüt gölgelerinde, kış gecelerindeyse ocak başlarında…

Küçük çocuklar gözlerini gererek dinlerdi bu hikâyeleri…
Delikanlılar nefes almadan dinlerdi…
Ve dinlemez görünen genç kızlar, içleri titreye titreye dinlerdi!
Kızgın güneş altında…
Her adalesi ışıl ışıl yanan…
Sert manda derisinden yapılmış simsiyah kıspeti, zeytinyağı yedirilerek yumuşatılıp giyilen ve güneş ışıklarını yansıtan…
Üzerinde güreşile güreşile yağlanıp parlayan yemyeşil ve geniş çayırlarda; gökte kanat açmış uçan siyah kartalları… Yahut doru tayları hatırlatırcasına peşrev çeken yiğitler başka hangi göklerin altında mevcut?..
“-Haayda breeeeh!..”
Başka hangi meydanların üzerinden geçerken ürperip titremede bulutlar?..

Osmanlı’nın 700’ncü yılındayız.
Ve Kırkpınar yağlı güreşlerinin 638’incisinde…
“Duyurulmuyor, anlatılmıyor, önemsenmiyor” laflarını bir kenara koyalım gayrı;
Duyuralım…
Anlatalım…
Önemseyelim.
Kırkpınar ve yağlı güreşler üç-beş muhabirin-yazarın konusu değil ki…
Kırkpınar ve yağlı güreşler, tam altıyüz otuzsekiz senedir; “Ben bu toprakların evladıyım” diyenlerin sevdası…

Kırkpınar yağlı güreşleri bu sene de başladı. Dün, bugün ve yarın kozlar paylaşılacak…
Asıl toz yarın dumana karışacak…
Asıl yarın kopacak dananın kuyruğu…
Asıl yarın dolacak ağzına kadar Sarayiçi tribünleri…
Çünkü yarın başaltı ve baş güreşlerinde şampiyonlar belli olacak…

Tavsiyem “ısrar” boyutlarına taştı zannedilmesin.
Bu konu mühim.
Bu konu;
Kırkpınar ve yağlı güreşler bizim öz değerlerimizden birisi…
Nasıl görmezden gelebiliriz ki?

——————————————————

ŞİİR
Yakamoz gözlüm
Yakamoz gözlüm; gülümse
Tütsüsün ışıltıların gönlümde
Yıldızlar tutsak pırıltılarına
Bilir misin evren seninle sonsuz
Evren seninle benim,
Sen… Benim evrenim.

Yakamoz gözlüm, tut ellerimden
Sımsıcak sokul yanıbaşıma
Hani ben senin özlemlerinim,
Hani ben sen kokarım ya,
Unutma, kıyamam yarınlarıma
Sen… Benim herşeyim.

Yakamoz gözlüm, gelemezsem affet beni
Bazen aşılmaz yollar ve
çıkmaz sokaklar
Çözüme çözümsüz dağlarla
Gelemem pırıltıların ışıldamadan
Gelemem Güneş’le
oyunsuzluklara..
Evren seninle benim…
Sen… Benim evrenim

Yakamoz gözlüm, tut ellerimden,
Yakamoz gözlüm, sokul bana…
Ayşe Yüksel

Stop
Muammer Erkul
10 Temmuz 1999 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir