Bir deste çiçek, sana (!) [06 Haziran 2001 Çarşamba]

 

Herzekârâne hâlim, ahvâline âhımdır
Vicdanımı inleten ihmâlen günâhımdır!
Birkaç yazı var ekranımda yarım yamalak… Aklımda yumak yumak cümleler; çöz ki çözebilirsen!..
Saat sabahın onbuçuğu…
Yazılardan biri “yazılarımı nasıl yazdığımı” anlatıyor ve bitmek üzere…
Aklımda bir yandan sabaha karşı gördüğüm rüya; “Otobüsle Van’a gidecekmişim de, birileriyle güzergah seçmekteyiz..” Güneyden gitmek yerine İstanbul-Ankara-Van hattını kullanma yönünde veriliyor galiba karar… Hayırlara çıksın!..
Kahvaltıyı ekrandaki Osman Ünlü büyüğümüzle “yapmıştık” gene 09’da… Dostluktan, misafirlikten, hasta ziyaretlerinden falan bahsetmişti bal dökülen ağzıyla…
Telefonuma ilk mesaj geldi… Kim bu?..
“Muammer hastanede yatıyorum dualarını bekliyorum Mehmet Nuri”
…..
İlk işi gülmek oldu; yazar yazmaz aramamı beklemiyormuş!.. Neden acaba?..
Söylediğine ve anlattığına göre pek de mühim sayılmazmış olacağı ameliyat, ama neşter keskin ve çelik soğuk!..
Ya Rabbiii; kalplerimize… Bütün hastalarımıza ve Mehmet Nuri kardeşimize (abime) acil şifalar ihsan eyle, amin…

Ne zaman, tek başına bekleyen bir kuru soğan görsem; bıyıklarımızın yeni terlemeye başladığı zamanlarda, lambasını kararttığımız o gazetenin çay ocağı… Bir de sen gelirsin aklıma Mehmet Nuri; karşımda otururken…
Biliyor musun, Paşabahçe ile Siirt arasında 1600 kilometre “tahayyül” farkı var!..
… idi, ben seninle tanışmadan evvel…
…..
İkimiz de biribirimiz için birer “oyuncak”tık galiba, bir zamanlar, veya birer esrarlı anahtardık!.. Ben, senin hayallerinin mekânı olan şehirde, “güvenip, halat atabileceğin” bir iskele babası, sen ise benim “Binbir gece masallarımın” belki de gıcırtısına pek alışık olmasam da, keşfetmem gereken mekanların iri kapısıydın…
Bol kitap bulur, ve okurdun… Hatta benim hoşlanacaklarımı bilir, ayırır ve bana verir; uzaktaysan gönderirdin postayla…
Reşat Nuri’nin Anadolu Notları (adını doğru mu yazdım) serisiyle de sen tanıştırmıştın beni galiba, ama Tagore tamamen senin “ikram”ındı bana… Yuva şairi Ziya Osman Saba’nın ismini ilk defa senin ağzından duymuştum… Ahmet Hâşim’in, aynaların karşısında avuçladığı kafasını beğenmeyişine nasıl gülmüştüm, kendimizi yakışıklı bilirdik ya o zamanlar… Derdik ya; bir de bıyıklarımız çıkınca görsün kızlar bizi!..
…..
Bir zamanlar bıyıklarımız vardı be ustaa!..
Kestik cümbür cemaat; o yüzden ortalıkta geziniyor fareler!..

İlginç olanı; çeyrek asır kadar sonra onların mezarlarını senin (öncülük edip) bulup çıkarttırman…
Acı olanı; bir devletin, kendisini reddedip kaçan şairlerin kemiklerini toplayıp getirmeye çalışırken, metropolün göbeğindeki üç has şairinin bütün bütün mezarlarını kaybetmesi…
Ve benim için hayret verici olan ise; sen ve ben gibi dünkü çocukların artık böyle “çeyrek asır” gibi koca koca laflarla konuşmaya başlamış olmaları…
Ne dersin?..
…..
Sende benim gibi “bağırsak tembelliği” olmadığından şimdiye kadar kaç kitabının çıktığını bile unuttum. Ama ilk hatırladığım Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları… Geçen yaz Erikli’de okuduğum (Çocuklar için ya!..) Kahraman Yayınları’ndan çıkan, Peygamberlerin Hayatı ve Peygamberimizin Hayatı ana başlıkları altında çıkan, iki kutu içinde toplam 44 kitapçık…
Ve, günü gelip bahsedeyim diye (bak şurda) bilgisayarımın solunda, aylardan beri beni bekleyense (Kaknüs yayınlarından çıkmış olan) Romancılar Konuşuyor…
– Kitabını çok sevdim Mehmet Nuri, bahsedeceğim inşallah…
– Ben de, Romancılar Konuşuyor’dan Cumhuriyet’te bile bahsettiler, Oktay Akbal bile yazdı da Muammer niye bir satır bile yazmadı, diyordum…
…..
Mehmet Nuri Yardım’ı size hatırlatmaya lüzum yok elbette; ülkemizin en kapsamlı ve en güzel ve rakipsiz olan bizim gazetemizdeki Kültür Sanat sayfamızın demirbaşlarından olduğu için.

İşte, bir zamanlar gidip uyusun diye bir geceliğine Akatlar’daki evimin anahtarını verdiğim ve birkaç gün sonra geldiğimde; benim evime, benim eşyalarımın üzerine taşınmış olduğunu (şok halinde) gördüğüm…
Sonraki zamanlarda o evde her dakika kavga ederek yaşadığımız (ben ona kızarken, o eline kağıt kalem alır ve bir şeyler yazardı… Sonradan öğrendim ki; sarfettiğim bazı orijinal cümleleri not ediyormuş) bu adam hakkında, günlerce yazabilirim elbette… Çünkü o benim canımdır, ciğerimdir, kardeşimdir…
Bunca laf da nedendir? Çünkü hepimizin hastalığına tutulmuşuz bizler de. Şaşmaktayım; irtibatlar ne kadar zayıflamış…
Yani, dostum;
Herzekârâne hâlim, ahvâline âhımdır…
Vicdanımı inleten ihmâlen günâhımdır!..
(Millet, eline küçük bir sözlük alsın artık, değil mi?.. Sen, yatıp oyalanma oralarda, çabuk iyileşip kalk, yapılacak dünya kadar işin var.)

Nerden nereye geldik; İstanbul-Siirt 1600, Siirt-Van arası 250 km…
Yine demin kahvaltıda seyrettim; Ermeni’nin biri Van’da bir otel satın almış ve adına da (Ermenice) “Zafer” demiş. Polis ruhsatını geri almaya çalışıyordu…
Osman Ünlü hocamızın ağzından yine her zamanki bal damlıyordu ve dostluktan, misafirlikten, ikramdan hatta hastaları ziyaretten bahsediyordu…
Muammer de her zamanki gibi yazıya nokta koyamıyordu!..

Stop
Muammer Erkul
06 Haziran 2001 Çarşamba

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir