Ve bir gün fark edersin ki;
Toprağın ölü karanlığı içine atılmış filizlerden bazısı kaldırmış başını…
Güneşi görmüş…
Ve görülmeyi istemiş…
Kör tohum, kara toprağın içinde, bilir bir şeylere ihtiyacı olduğunu…
Duyar senin ayak sesini…
Bu ses bir ninni gibi gelir ona; sanır ki hava sensin, su sensin ve güneş sen…
Seni dinler; ayak sesini ve çapa sesini ve türkünü, gürültünü…
Hâlbuki sen bilirsin; bir çamurlu adam olduğunu. Ama çamurdan çıkmaya çalışan tohum bunu bilmez…
Sen bilirsin; bir gün geçer senin boyunu, diktiğin fidanlar. Ama bunu sen bilirsin!
Bir gün gelir;
Zaman kaybettiğini düşünmeye başlarsın, boş yere işini ertelediğini, yok yere ömrünü tükettiğini…
Kucağında, doymak bilmeyen bir bebek var gibi gelir;
..hem de her yanın feryat figan ve gözyaşı içinde çocuklar, çığlık çığlığa bebekler doluyken!
Fakat, öyle bir gün gelir ki; tohumlar patlar, topraktan çıkar, seni görür, güneşi tanır, ve farkı bilir!
İşte o zaman, oturursun bir kenara; sevinç gözyaşları dökmek için…
O zaman, yorgunlukların boşa gitmediğini; dokunur gibi bilirsin!
Bir zamanlar yazmış olduğun her harfin, söylemiş olduğun her sözün meğer birer kazma vuruşu olduğunu hissedersin; altın madeninin toprağına…
Kürek kürek ve avuç avuç toprak eşelemek kolay değildir;
Cevherin derinde olduğunu bilmeyen için!..
“…..
Bir gün…
Sanırım ki pek çok kimse…
Öyle mutlu olacak ki yaşadığı hastalıklara…
Ve çektiği sıkıntılara…
Deseler ki onlara; tekrar dünyaya dönseydiniz ne olmak isterdiniz, ne yapmak isterdiniz?…
Diyecek ki onlar;
Hasta olmak isterdik, sıkıntı çekmek isterdik…
Ve hatta neyimiz varsa satıp ta, dert satın almak isterdik!..
…..”
Bildiğim ve bilmediğim bütün hastalara geçmiş olsun ve derdi, sıkıntısı, üzüntüsü olanlara…
Stop
Muammer Erkul
19 Ocak 2007 Cuma