Bir kadın ağlıyordu… [17 Mayıs 2001 Perşembe]

Bir kadın ağlıyordu…

Avucundaki elimi belli belirsiz sıkmasından, ona doğru yöneleceğimizi anladım. Çünkü dedem, anlık kararlar verirken hep böyle yapardı…
Yaklaştık, çocuğuyla beraber orda köşeye çökmüş genç kadına ve bir metre kadar kalınca durduk.

İçinde uçurumlu feryatlar ve dibi olmayan derin sular olduğu halde, kalbi kuru ve çatlak çatlaktı, belli…
Yere çöktü dedem;
“Açsın da yemeğe mi ihtiyacın var evladım, dedi. Size yemek göndereyim…”
Islak gözleriyle baktı ve başını iki yana salladı kadıncağız…
Devam etti dedem;
“Uykusuzsun da döşeğe mi ihtiyacın var, seni bizim bahçeye göndereyim de misafir odasını açsın ninen?..”
Başını sallayarak cevapladı yine genç kadın.
“Peki hastasın da ilaca mı ihtiyacın var gelin kızım, bulup bir yerlerden getireyim?..”
Gene başını salladı “hayır” anlamında, ama hıçkırdı bu defa.
…..
“Öyle ise seni üzen var, dedi dedem… Kalbini kıran var!..”
Bu defa itiraz etmedi kadın, ama saldı gözyaşlarını…
Bir süre hıçkırarak ağladıktan sonra;
“İsterseniz, dedi. Siz hiç…
İsterseniz siz bu işe hiç karışmayın dede…”

Bu söz üzerine bir süre susup düşünen dedem;
“Peki kızım, diye konuştu yeniden…
Ama şundan emin ol ki;
Gözyaşının ne demek olduğunu eğer hakkıyla bilseydik… Şu an, evet şu an hepimiz sarsıla haykıra ağlamaya başlardık…
Ağlatıp, kul hakkına girenlerimiz; kendimizi ezecek olan bu yükün ağırlığının korkusundan… Ağlayanlarımız ise; ağlarken sabredebildiğimiz takdirde hafifleyip, ne çok yükselebileceğimizi bilmenin sevincinden;
Ağlardııık, ağlardık, ağlardık!..

Ağlayanlar da, ağlatanlar da;
“AĞLAMADIKLARI GÜNLER İÇİN” ağlayacaklar sonunda kızım…
Aslına bakarsan; ağlanmamış her gün ziyandır…
…..
AĞLAMAYA ASIL SEBEP;
Ağlanmamış her günün ağlanmamışlığıdır!..
(Dönünce bir de kısa mektup yazmıştı dedem, ama onu yarına bırakalım…)

———————————————————

Gene Pınar (ve Suna Tanaltay)

Aynı hafta içinde aynı kişi ve programdan iki defa bahsetmek pek de öyle her gün yaptığımız işlerden değil, mâlum…
Ama bunca yamuğun arasında iki tane düz; bunca içi çürümüş odun arasında iki tane yeşil fidan; bunca bataklık çukuru arasında iki tane manzaralı ve havadar tepe; bunca sirk şaklabanlığı arasında iki tane seviyeli sohbet görünce insan, yazmadan edemiyor…
Tebrikler, tebrikler…
Sadece Pınar’a değil, “Pınar’ın Yemek Zevki” ekibine, hatta “Pınar hindi”ye (ki ben de bu eti yemeğe başlayacağım)…

Bence asıl yapmamız gereken de galiba bu ki;
DOĞRULARI YETERİNCE TAKDİR EDEBİLİYOR OLSAYDIK BUNCA YANLIŞ HİÇ BU KADAR REVAÇTA OLUR MUYDU?..

Yanlışımızı mı soruyorsunuz?..
Kadının biri, haftanın iki günü, haçlı ordusunun Anadolu topraklarını çiğneyen askerleri gibi bir kıyafetler içinde… Yahut “gizli görevde” iken öldürülüp, sarayın önünde ve kraliçenin de hazır bulunduğu bir tören için, “Büyük Britanya” bayrağına sarılmış asker ölüsü gibi bir görüntüyle ekranımıza çıkıyor da…
(Kimse aramasa dert etmeyeceğim)
Onu arıyoruz… Sen arıyorsun ve diyorsun ki;
“Canım, sen dünyanın en tatlısı, en güzel kadınısın!..”
…..
Bunun adı ne?
Ondan iki metre kumaş kapabilmek için mi bu övgüler?..
…..
Kimse aramasa, onlar da bilecek elbette düştükleri yanlışı; ama bizler arıyoruz… Sen arıyorsun… Ve ona, bu yaptığının “GÜZEL” olduğunu söylüyorsun. Onu, “işte bu hareketinden dolayı” takdir ediyorsun… Öyleyse asıl yanlış sende, ve bende!..
Yani yanlışı alkışlayıp, doğruyu takdir etmeyende…
Öyle değil mi?

Konuyu dağıtmayalım;
Ve ayağa kalkıp alkışlayalım; bizlere yemeği, işi, gücü unutturacak bir sohbet ikram eden Suna Tanaltay hanımefendiyi ve onu misafir eden Pınar Altuğ’un bu sabah (Çarşamba) TGRT’de yayınlanan programını.
…..
Tebrikler Pınar;
Sana ayrılan saat, sık sık, işte böyle (Suna Tanaltay, Sezen Cumhur Önal örneklerinde olduğu gibi) seviyeli ve sevgi dolu…
Ayrıca irfan ve kültür pınarı olsun…
…..
Lütfen, doğruları takdir edemeyişimize bakma ve lütfen doğruları yapmaya devam et!..


Stop
Muammer Erkul
17 Mayıs 2001 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir