Bir Türk kolay yetişmez(!)
(Siz, bir Türk yetiştirmenin kolay olduğunu sanıyordunuz değil mi?)
İşte… Herkes şahit…
Aslında günün anısına pul bile bastırılmalıydı.
…..
BU KONU AZ MİZAH AMA ÇOK HABER ASLINDA:
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1999-2000 eğitim yılı programına uygun olarak, ilkbahar etkinlikleri kapsamındaki Haziran ayı ilk denemesi 1 Haziran 2000 Perşembe günü Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde yapıldı…
Haziran ayındaki “konuyla ilgili” ilk haberin alınmış olduğu Türkoğlu belde ve köylerindeki; Atatürk, Fatih, Gaziosmanpaşa, Namık Kemal, Şekeroba, Başpınar, Uzunsöğüt, Kılılı ve Hopurlu ilköğretim okullarında dağıtılan 250’şer gram incirden yiyen binyüzelli öğrenci hastaneye yığıldı…
Ölü sayısının sıfır olarak belirlendiği hadisenin hemen ardından Kahramanmaraş valisi Ali Bilir bir açıklama yaptı, ve;
“Endişelenecek bir durum yok, herşey kontrol altında” dedi…
Bizler de hepimiz rahatladık(!)..
…..
Bazı insanlı denemeler konusunda Birleşmiş Milletler hassas davranıyor…
İnsan Hakları Derneği de konuya hassas davranıyor…
Üstüne üstlük, kokoreç yediği ya da kelle-paça, işkembe çorbası içtiği için kaybedilen vatandaşımız varmış gibi, Avrupa Birliği ise bu işe akıl almaz şekilde yaklaşıyor…
Ne oldu şimdi?..
Kokoreççilerle paçacıların ahı tuttu…
Ne oldu?..
Mukavim Türk’leri yetiştirmenin yeni formülünü bulamayacağımızı sandı bazı gafiller!..
Buyyyrun işte, biz her şartta bir yolunu buluruz!..
Dünyanın herhangi bir noktasında yaşanmış bütün haberlik konular artık şıppadanak geliyor değil mi önümüze?.. Güzel.
Peki şu yeryüzünün herhangi bir noktasında, okul çocuklarının simit yeyip zehirlendiğini okudunuz, dinlediniz mi?..
I, ıhh mı?..
Peki yarın başka semtte gene bir okul dolusu çocuğun… Üç gün sonra başka bir şehirde yine bir okul dolusu çocuğun simitten zehirlendiğini okudunuz veya dinlediniz mi?..
I, ıhh mı?..
…..
Peki bir hafta sonra bir okul dolusu çocuğun, kendi okullarının bağlı olduğu bakanlık tarafından gönderilen fındıkları yedikten sonra zehirlendiğini duydunuz mu?.. Sonraki gün başka bir ilçede, ardından diğer şehirde… Sonraki günlerde de ayrı ayrı ve biribirine uzak şehirlerde, yine bakanlığın gönderdiği fındıkları yiyen çocukların zehirlendiğini duydunuz mu?..
…..
“Bir Türk yetiştirmek kolay değil” dedik de, aslında “Yetişmiş Türkler” dünya çapında meşhur olmuşlar gizliden gizliye…
Onu iki satır aşağıya bırakıp bir soru soralım:
Türkoğlu’na bağlı belde ve köylerde kaç okul… Ve bu okullarda toplam kaçar öğrenci vardı dersiniz?..
Hıı?..
Bu rakkam Metin Oktay’ın ayakkabı numarasının kaç olduğundan… Sevda Demirel’in silikonlarıyla beraber kaç santim geldiğinden daha mı az mühim sizce?..
…..
Mutlaka hatırlarsınız; bir defasında muhabirler gizli kamerayla görüntü alıyorlardı… Bir kaç defasında da açık açık konuşmuştu bizim angutlar, seyretmişsinizdir…
İşte bu görüntüler dünya insanları arasında yankılanıp duruyor, bir mantık aranıyor bulunamıyor…
Ve ekrandaki bu “müthiş” adamların;
“Biz prezervatif istemeyiz, çünkü biz Türk’üz, bize AIDS falan bişey yapmaz” demelerini ağızları açık seyrediyorlar, bu Türk’lerin nasıl yetiştirildiğini merak ediyorlar…
…..
Onların bilmediği bir şey var…
Bu, bizim “gizli”miz!..
Onlar şaşırıyorlar, ama biz biliyoruz ki; Bir Türk kolay yetişmez… Her Türk çocuğu akla gelen gelmeyen bütün vartaları atlatmalı, zorlukları aşmalı, AIDS’in bile bulaşamayacağı bir direnç seviyesine gelmelidir…
Öyle değil mi?
O zaman boşu boşuna şaşırmasın hiç kimse!..
İster tekrar tekrar simit ile… İster bir orda bir burda, bir şu okulda bir bu okulda fındık ile… İster de şimdiki gibi binyüzelli (1150) katılımlı incir deneyi gibi denemelerle olsun, hedef doğru…
Yani sonuç, tam isabet!
Bilmemiz gereken şu var:
Bir Türk kolay yetişmez!..
——————————————————–
Senden gelen kalbim üstüne
Bir gonca gibi…
Rengim süzülmeden kesildiğim yaramdan;
Dermanım ol!..
…..
Alınmışsam dalımdan…
Ellerde kalmayayım;
Vazom ol!..
…..
Yahut beni vazon bil; dol içime kırdan toplanmış çiçekler gibi…
Yazıl alnıma…
Asıl boynuma;
Fermanım ol!..
Yâr bildiğim der ki;
“Her hasret vakti…
Yani seni her özlediğimde bir yıldız attım içime.
Ve ben seni öyle özledim… Sen bana kendini öyle özlettin ki; şimdi artık benim de bir “gökyüzü”m var!..”
İnanmadığın hiçbir satırı yazma bana…
İnanmadığın hiçbir kelimeyi söyleme…
Hani bazen olur ya; aslında söyleyeceğine inanırsın, ama söylemek o an gelmez içinden… İnandığın, ama içinden coşkuyla söylemek gelmeyen herhangi bir sözü de söyleme bana…
Her harfi, içinden bir titreyiş gibi dökülmeyen kelimeleri yazma bana…
…..
Ben buyum… İşte böyle; içim gibiyim, demiyorsan görünme… Gösterme bana göstermek zorunda hissettiğin gibi kendini…
Ve ben bileyim ki;
Senden gelen kalbim üstüne…
Çünkü ben seni bu gece daha başka seviyorum. Çok daha başka…
Çünkü ben seni sevmeyi seviyorum. Ben sana olan sevgimi seviyorum.
Çünkü ben, sadece varlığınla değişirdiğin hayatımı seviyorum.
Ben seni seviyorum.
Seni seviyorum.
Seni…
Stop
Muammer Erkul
06 Haziran 2000 Salı