Bir yıl ne kısa! [10 Eylül 1999 Cuma]

Bir yıl ne kısa!

Şu yazacaklarımı hiçbir zaman aklım almadı…
Hadi, biraz da sizin kafanızı karıştırayım, tamam mı?

Her insan uyur. Peki günlük uyku ortalaması ne kadardır?
On-onbir saat uyuyan var elbette ama, normali sekiz-dokuz saat, öyle değil mi?

Peki istirahat saatleriniz ne kadar?
Bunu sadece bacağınızı uzatıp beş saat televizyon seyretmek olarak anlamayın… Denizin kenarında dolaşmak da, çocuklarla oynamak da, çiçekleri sulamak da bunun içinde.
Yani uykudan sonraki boş vakitleriniz. Ve hatta gazete okuyup, yolda geçirdiğiniz zamanı da toplarsak fazlasıyla bir sekiz saat de o ediyor değil mi?

Öğretmen, öğrenci veya devlet memuru değilseniz; pazar günleriyle birlikte, cumartesileri yarım gün… Yani sadece birbuçuk gün serbestsiniz.
Ne acı!
Peki yemek için ne kadar zamana ihtiyacınız var? Öğle yemeği kırkbeş, sabah kahvaltısı onbeş, akşam yemeği otuz dakika… Yani birbuçuk saat.

Yoruldunuz mu?.. Hadi onbeş gün yıllık iznimizi alalım.
Ve toplayalım:
8 saat uyursak yılda 122 gün ediyor.
8 saat istirahat de 122 gün.
Pazarların toplamı 52 gün.
Cumartesiler ise 26.
Yemek saatleri 23 günümüzü alıyor.
15 gün de yıllık izin; toplam 360 gün.

Yıl kaç gündü? Ne?.. Üçyüzaltmışbeş gün mü?..
Beş günde… Daha doğrusu geriye kalan bu beş günde Kurban Bayramı mı Ramazan Bayramı mı yapılır… Yoksa resmi tatiller mi?..
Hiç grip mrip olup evde yatamayacak mıyız?..
Gün yetmiyor!..
Bunca tatil hesabı, istirahat hesabı yapmaya bile beş gün yetmez!
Bir de diyorlar ki “çalışmıyoruz!..”
Bir yıl tatillere bile yetmiyor!

——————————————————-

Mavi bisiklet

Yeşil bahçesinden Tarabya’yı, Yeniköy’ü ve İstinye’yi görebildiğimiz ev.
İnanılmaz bir mutlulukla doluyum o gün.
Yaşım?
Henüz, tek elimdeki parmaklardan çok değil.

Evin yan tarafındayız. Beton geçiş yolunun üzerinde.
Ben, ablamlar, komşu çocukları…
Ve bisikletim.
İnanılmaz derecede mutluyum o gün.

Ben öylesine heyecanlı olduğuma göre… O andan önce hiçbir şey hatırlamadığıma göre… Üç tane siyah tekerleğinde toz bile olmadığına göre; demek ki o gün gelmiş bisiklet.
Amma da mavi!..
Herkes ona dokunmak istiyor.
Ben? Biraz korku, biraz heyecan, biraz endişe, biraz merak, bolca mutluluk…
Çevremdekilerin bakışlarından, “general” gibi hissediyorum kendimi!

“Adet” olduğu üzre, iki defa binmek bana bırakıldı.
Pedalleri kullanmayı bile bilmiyorum. Zaten buna lüzum da kalmadı; ittirerek bir tur attırdılar, anında.
Şimdi, o yalvaran komşu kızının yüzünü hatırlıyorum. Binmek istiyor. Benden büyük. Eğilmiş, yüzüme yaklaşmış…
“Olmaz” diyemeyişimi “izin” olarak algılıyor… Bisikleti koşarak götürüyor köşeye kadar. Dönüyor bize doğru.

Mavi bisikletim bana bakıyor. Kız bana bakıyor. Neden bu kız böyle iri?
Bacağını atıp, arkası püsküllü, kırmızı ve küçük yıldızlarla süslü selesine koyuyor poposunu!.. Aramız altı metre.
Pedallere basıyor. Hareket etti. Gözleri bende. Bisikletimin de!
On santim, yirmi santim, otuz santim… Hem ileriye doğru, hem de “zemine doğru” ilerliyor şişman ve büyük kız!..
İkisi hâlâ bana, herkes onlara bakıyor.
Bisikletim bağıramıyor bile! Çöküyor, çöküyor, çöküyor!.. Selesine kadar yere yapışıyor;
Bütün sesler kesilip, gözler bana dönerken!

O mavi bisiklet çocukluğumun tek bisikletiydi.
Yeğenlerime, hem de doğdukları hafta birer tane üç tekerlekli mavi bisiklet alışım, ondandır!

Stop
Muammer Erkul
10 Eylül 1999 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir