Birinci
Koşmakta olan adam yolda gördüğü birine sordu: “Benden önce burdan birisi koşarak geçti mi?”
“Hayır geçmedi.”
“Öyleyse ben birinciyim!..”
Şişman
Adam oldukça şişmandı. Bir müddet sözde rejim yapıp tartılmaya gitti. Elektronik baskülün ekranında şu yazı okundu:
“Lütfen teker teker tartılınız!..”
Ötsün diye
Eve getirdiği sapsarı kanarya mükemmel ötüyordu. Fakat birden kuşun topal olduğunu farketti ve kafesi kaptığı gibi kuşçuya koştu. Satıcı gayet soğukkanlı:
“Efendim, ben size bu kuşu ötsün diye verdim, dedi. Dans etsin diye değil!..”
Eyvah
Kadın radyodan bir anons duydu: “Küçük çocukları iki ayda bir tarttırınız!..”
Çocuğunu kaptı ve en yakın terazili dükkana; kasaba gitti. Kasap çocuğu tartarken sordu: “Kemiklerini ayırayım mı?..”
Ne kaldı?
-Yüz liran var. Elli lirasını Ayşe’ye, yirmi lirasını Ali’ye, on lirasını da Elif’e verdin, geriye ne kaldı?
-Geriye kalan hesaplanmaya değmez ki öğretmenim!
Teşekkür
Zengin İskoç her fırsatta hizmetçisine; “Vasiyetnamemde sen de varsın” diyordu.
Yıllar böyle geçti ve öldüğünde açılan vasiyetnamede şu satırlar çıktı: “Uzun yıllar bana hizmet eden hizmetçime de teşekkür ederim…”
——————————————————–
Göğün adresini yitiren martı
O uzak yerde…
En uzak yerde; bilirim, bekliyordur yine beni, altında en renkli rüyalarımın gizlendiği yorgan…
Ve yine bekliyordur; başımı koyduğumda dalga dalga saçlarımla örtünmeyi, bahar kokan yastığım,
…Bilirim.
O en uzak yerde, yatağımdan son kalkarken oturduğumda oluşan çukur düzelmemiştir hâlâ…
Yüzümü yıkadığım musluğun üzerindeki ayna, o en uzak yerde ve en eski zamandaki suratı gösterecektir bana, değil mi?..
Aynalar yıpranmaz, aynalar yaşlanmaz, aynalar kırışmaz ve kırlaşmaz.
O en eski yer ve zamandaki ayna bana bambaşka bir surat göstermez, bilirim… Sorarım zaten, tanımazsam karşımdaki sûreti:
Buna sakın “sensin” deme… Bu ben isem söyle ayna, söyle bana ben kimim?..
Kapıyı son kapatışımın sesi, bekler hâlâ çalacağım zilin sesini… ki kapılar açılsın yeniden.
O rengârenk ve ihtiyar kedi +de hatırlar… Adı Minnoş’tu… Gözlerini kısıp miyavlardı yavruları kucağımdayken…
Üstelik, kendisi yavruyken ben de pek büyük değildim.
Bildiğim; bütün menzillere var çıkan bir yol.
Bu nasıl bir yer ve nasıl menzil?..
O uzak zaman en uzak yerde!..
Labirentim her girişte neden bana “dur” diyor?
Balkondaki çiçeklerin kokusunu duyarken… Seyrederken pamuk pamuk bulutları çimenlerde sırtüstü… Cebi misket dolu arkadaşlarım çağırırken beni çığlık çığlığa… Başı dönmüş bir martı konmuşken sahile ve toplanmışsak başına, ona yaklaşamadan…
O… Başı dönmüş bir martı… Uçamayan… Korku dolu ve bizleri korkutan.
Uzak zamandaki en uzak yerde… Başı dönmüş… Ve yere konmuş… Göğün adresini kaybetmiş o martı gibi, bekliyorum… Bulacağım kaybettiğim adresi, ama;
Onlar da beni bekliyordur değil mi?..
Kendimi avutmuyorum ve onlar ordalar değil mi?..
Çiçekler, bulutlar, cebi misket dolu bütün çocuklar, dalgaların sesi ve göğün adresini yitiren martı…
Gözyaşım buluyor sizi, ben neden bulamıyorum?..
——————————————————
İnsan kitapla büyür
“Sobe’leyeceğim şimdi sizi…
Sıkı durun!
Çantasında, cebinde, arabasında, çalışma masasının üzerinde yatağının başucunda kitap olmayan var mı?
Ohh!..
Öyle rahatladım ki şimdi.
Korkmuştum; birkaç kişi bile olsa “etrafında kitap olmadığını” söyleyecek diye.
Hiç düşündünüz mü, insanlar kitap okumasaydı neler olurdu; nasıl geliştirebilirdi kendilerini?..
Ağaçlar gibi büyümek; “irileşmek” sadece!..
Tümörler gibi büyümek, büyümek değil!..
İnsan kitapla büyür.
Okuyarak ve öğrenerek.
“Oku!..”
Bu bize söylenmedi mi?
Hem de ilk söz, ilk emir olarak.
İşinize gidip gelirken ne kadar vakit geçiyor? İstanbul’daki “şanslı” insanlar “iki saat” diyor. Diğerleri “üç saat, dört saat.”
Otobüste, vapurda, minibüste giderken bıkmadınız mı asık suratlara bakmaktan? Çantanızda bir kitap olsa, onun; yüzünüzü, moralinizi, iç âleminizi değiştirmesine izin verseniz… Ne güzel olur ve ne güzel olur insanlar…
Bulamazsınız ya;
Son üç gündür kitaba dokunmamış birisi çıkarsa karşınıza, deyin ki:
“Dün tuvalette ne kadar vakit geçirdin?.. Bilmiyorsan, bugün saat tut… Ve her gün o kadar vakti de kitaba bakarak değerlendir.”
Veya;
“Son hafta, televizyon kaç saatini aldı?.. Ve karşılığında sana ne verdi?..
Haftada otuz saatten hesaplar mısın ömrünün kaçta kaçı o aptal kutunun başında hipnotize edilmiş olarak tükenecek?
Seni hiç mi hiç ilgilendirmeyen ve binlerce kilometre uzağındaki bazı dedikodular, haberler veya aşklarla meşgul edileceksin?..
Ömrün bu kadar ucuz mu?
Bu kadar değersiz mi?..”
Evet… Aynen böyle söyleyin eğer üç gündür kitaba dokunmamış bir insana rastlayabilirseniz!..
Yazıya başlarken korkmuştum gerçekten; çantasında, arabasında, yatağının başucunda kitap olmayan insanlarla karşılaşacağım diye.
İnsanlar; “günde onbeş dakika bile okumuyorum” diyecek diye.
Öyle rahatım ki şimdi.
Ama, haklı değil miyim; okumasaydı nasıl büyür, nasıl gelişirdi insanlar?
Ağaçlar gibi büyümek, irileşmek sadece!..
Tümörler gibi büyümek, büyümek değil!..
——————————————————-
Stoplayanlar
Engin Yalçın-Lüleburgaz, Derya Alacatlı-Erzincan, Zehra Alacatlı-Erzincan, Ufuk Alacatlı-Erzincan, Kübra Alacatlı-Erzincan Erhan Yalçın-Lüleburgaz, Sezgin Sarıçam-Kastamonu Sevil Sarıçam-Kastamonu, Kurban Yazar-Balu, M.Ali Adaver-İstanbul, İsmail Demirkan-Isparta, Ali Naci Gümüş-Artvin, Adem Sönmez-Kütahya, Lokman Acıdereli-Sivas Mesut Yıldırım-Cide, Ahmet Yıldırım-Tokat, Aysun Turhan-Halkalı,
Stop
Muammer Erkul
08 Eylül 1999 Çarşamba