Çocukluğunuz elinizde koca bir limon olsa… Ve siz de bu limondan bir bardak limonata yapmaya kalksanız, bu limonatanın tadı; hediyelerdir!..
En sevdiği bebeğin geldiği günü hatırlamayan kaç kişi var, veya ilk pilli arabayı kimin getirdiğini?.. Dedeniz bayramlarda ne verirdi; veya sene sonunda, kimden hangi hatıra kalmıştı?.. Sonra hani azıcık büyüdüğünüzde “gizlice” aldıklarınız; o içinizi hâlâ kıpırdatan ve etkisi bugüne kadar süren, aslında basit hediyecikler… Bir de hiç tanımadığınız kişilerden, veya tanısanız bile hiç sebepsiz, veya hiç beklemediğiniz anda aldığınız şeyler… Bunlar, benim hayatımın, özellikle de çocukluğumun vazgeçemediğim güzellikleridir…
Çok küçüktüm, bize birileri gelmişti uzaklardan (İzmir’den) ve bana iki tane gemi bileti vermişti… Kartona benzer kalın kağıttan yapılmış bu biletlerin üstünde renkli birer gemi resmi vardı…
Bir yaz günüydü. İnek otlatan çoban çocuk, sopasının ucuna çevirerek soktuğu bir cıvata somununu göstermiş ve bir eşini de cebinden çıkartıp bana vermişti; ben de kendime ağaç dalından bir değnek yaparsam ucuna takmam için!..
Neler geliyor hatırıma… Halide Edip İlkokuluna giderken Mahmut’un babası Almanya’dan (metal ip deliği açanlardan) bir zımba getirmişti… O zaman Mahmut’u daha çok sevmiştik, ismini hâlâ hatırlayacak kadar. O bize delikler açıyor biz de ona teşekkürler ediyorduk…
Lisede bir arkadaşım Zeynel (Kuleli), Pazar günü balık tutmak için çağırmıştı, sabah erkenden Kadıköy’deki mendirekte buluşmuştuk. Ben uzaktan geldiğim için tuttuğu bütün izmaritleri benimkilere katmıştı Zeynel…
Benim bütün çocukluğum insanların biribirlerine birşeyler vermeye çalıştığı zamanlarda geçti. Minnacıkken elimden tutardı Kadriye abla (annemin yaşındaydı ama “abla” derdim) ve beni kendi evine götürür, bir parça sucuk kesip verirdi yemem için. Veya ben sadece sucuk verdiğini hatırlıyorum. Uzun yıllar sonra ilk defa geçen hafta telefonla konuştuk, anlatınca bu hatıramı, dedi ki:
“Sen gel, (Erdek’e) ben gene yediririm!..”
Nefes almadan bin tane sayarım, işte böyle minik lezzetlerden…
Köyümün (İncirköy’ün) kızlarından biri bulduğu erik ağacından kendi elleriyle bir koca torba doldurup bana göndermiş… Paketi yolda açtım, sinemaya giderken… Yamakasi filminde de yardımlaşma-karşılıksız verme konusu işleniyordu, biraz Robin Hood’vari olsa bile…
Filmi seyrederken dayanamadım, eriklerden birinin tadına baktım; üfff müthiş bir şeydi bu, hadi bir tane daha yiyeyim dedim ve cebim çekirdek doldu!.. Dedim ki; bunları birileriyle paylaşmalıyım, çünkü çok güzel…
Bizim siteye vardığımda tam yolumun üstünde dört tane küçük kız çocuğu gördüm. Geçerken, önlerinde durup açtım torbayı; “alın bakalım” dedim. Torbanın içine baktılar, sonra da bana… Tekrarlayınca biri daldı, sonra diğeri… Biri uzaklaşırken; “ben tokum, istemiyorum” dedi… Üçüncüsü de doldurdu avuçlarını… Küçük olana; “öbür avucun boş kalmasın, onu da doldur” dedim. Aldı ve yemeğe de başladı…
Benim anlamadığım; “yaptığımı anlamaz görünmeleri” idi… Şaşkındılar. Hani; “sen nasıl yapabiliyorsun ki böyle olmayacak bir şeyi” der gibi…
On metre kadar gittim, güllerin ardından birinin sesini duydum. Doğru anlamak için dönüp baktım… Bu defa ikisi bir ağızdan;
“Sen, salaksııın” diye bağırdılar!..
Bize bir şeyler oluyor mu sizce de?..
Ama; bize bir şeyler olmamalı, değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
29 Mayıs 2002 Çarşamba