Böcek muhabbeti!.. [29 Aralık 2002 Pazar]

Bazı “aydınlar” ateşböceklerine benzer. Ve çoğu, kendilerini kovalayan kediler gibidir. Yani yer aşınır dönmekten, ama ömür biter ele geçen şey yoktur!..
“Büyük” aydınlarımızdan bazıları çeyrek mumluk ateş böceklerine benzer. Dolanır dururlar kafaları karanlığın içinde, ve üstelik “aydınlık biziiiz” diye bağırırlar karanlığın içine!..
Ezilmeyecekleri kadar, yani azıcık da olsa görülebilmelerini sağlayacak kadar ışık da çıkartırlar ki, bu da onları hiçliğin arasında “var” kılar!..
Ateşböcekleri neden sürüler halinde bulunmayı tercih ederler biliyor musunuz?.. Çünkü bir arada bulundukları sırada her biri; “bütün ateşböceklerinin, kendi ışıklarından aydınlandığını” vehmedip sevinirler!.. 

Çocukken tipik ‘salaklığım’ tutardı bazen. Bilirdim; herşeyi bildiğimi!.. Hükmettiğime alternatif tanımazdım!.. Böyle olunca da, çıkılmaz işlerin içine giriyordum; ham yünden örülmüş ıslak bir kazak giymiş gibi!..
Örnek mi; sahilde büyüdüm malum… Demirli bir yük gemisinde olduğumuz akşam, sıkışmıştım. Tuvaleti gösterdiler, çömeldim. Delikten deniz görünüyordu… Nihayet “culllop” diye bir ses gelince baktım,,, ki o da ne?.. İnanamadım!.. Gene denedim, ıkındım, sıkındım; culllop!..
“-Evveet! Evet, ben ışık yapıyordum!..”
Attım kendimi dışarıya, ki büyükler bulabildikleri meyve kabuğu, kömür parçası, taş gibi şeyleri denize atıyorlardı…
“-Gel, sen de gel, dediler… Bak, yakamoz var!..”
Yaklaştım, küpeşte parmaklığının arasından baktım ki; kim denize ne atarsa atsın, oluşan küçük dalgacıklar parlayan gümüşler gibi ışık saçıyordu!..
Yalnız olsaydım, belki de ölünceye kadar hep “ışık ürettiğimi” sanacaktım!.. 

Neyden bahsediyorduk; ha, yazarlarımızın bazılarından… Soru size: Bir yazar, benim küçççücüklüğümdeki gibi kendinde “şahhhane bir özellik” olduğunu zannetse, bu “sihrin” bozulmaması için ne yapması lazım?.. Cevap açık: Kendi dilini bilmeyenlere anlatması, ve dillerini bilmediklerini dinlemesi lazım!.. İşte bu kadar basit!..
İş bu cümle, ilk olarak; (bazı) sanatçı kulüpleriyle (bazı) yazar meyhanelerinin izahıdır… İkinci olarak da, bu ülkede basılan kitapların neden okunmadığının itirafıdır!..
Yunus’un her kelimesi 700 senedir anlaşılır da, 7 sene geçmeden tek kelimesi acaba neden anlaşılmaz bazılarının?..
“Aydınlık” üreticileri; sağlıklı bir bedende pörtlemiş birer tümör gibi, “asıl vücudun” kendileri olduğunu sanırlar, ve bu vehimle beslenirler. Nerde? Hiç kimsenin, bir diğerinin dilinden anlamadığı karanlık meyhanelerde!.. 

Acaba bazı yazarların; iyi şeyler yazdıkları sanılsın diye mi kimsenin anlamadığı birer dilleri var!.. Şimdi siz, hiç himsenin bilmediği bir dil uydursanız… Ve kendinizden başkasının anlamadığı yazılar üretseniz; kim eleştirebilir ki sizin satırlarınızı!..
Olası sorun; imgeden yoksunlar yadsır yazımı. Yazın; erektir ve bu sav ütopik bir algılama değildir. İmgesel yaşamdır erki çağıran… Ba ba ba ba!..
Önceki kuşaklar arasından ‘en delikanlı’sı; İncirköy’ümün ‘küfürbaz’ şairi Can Yücel’di. Sarhoştu ve ‘söverek’ bitirdi hayatını. Ama bu memleket insanının diliyle sövüyor, anlaşılıyordu.
Delikanlılığı da işte buydu!..

Stop
Muammer Erkul
29 Aralık 2002 Pazar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir