Breh, brrreh!.. Kiriş çekecek kuvvet var mı? [11 Ağustos 2000 Cuma]

Breh, brrreh!.. Kiriş çekecek kuvvet var mı?

Kanuni Sultan Süleyman devri.
Namlı kemankeş Ahmed Ağa 80 yaşlarında…
Bir gün çarşıda, ok satın aldığı okçuların çıraklarından biri diyor ki;
“Baba, sende kiriş gerecek kuvvet var mı ki?..”
Atının üzerindeki ihtiyar, çarşı kapısının zincirlerine yapışıp, bacaklarını hayvanın karnına sarıp kollarını şöyle bir kasınca; altındaki atın ayakları yerden kesilip boşlukta sallanmaya başlıyor!..
O kendini bilmez de dersini almış oluyor.
O kendini bilmez dersini almış oluyor daa, biz “kendini bilenler” bu ve buna benzer hikayelerden dersler alabiliyor muyuz?..
Alıyoruz değil mi?

Mesnevi’deki bir hikayede, birlikte yolculuğa çıkan dört yabancıdan bahseder… Bunlardan biri İranlı, biri Arap, biri Türk, biri de Rum’dur.
Bir şehre gelirler. İranlı:
– Arkadaşlar, benim canım engur istedi. Hadi pazardan engur alalım, der.
Arap:
– Hayır, ben inep isterim. Bence inep alalım, deyince Türk:
– Ben o dediğiniz şeylerden yiyemem. Ben de üzüm yemek istiyorum, der.
Bunun üzerine Rum:
– Siz hiç istafil yediniz mi? En iyisi gelin istafil alalım, der…
Böylece herkes kendi dilinde istediği şeyin adını söyler, bir türlü anlaşamazlar.
Sonunda pazara gidip istediklerini almaya karar verirler. Dördü de gidip manavın önüne dikilirler ve hepsi de parmaklarıyla üzümü gösterirler.
Aslında dördünün de aynı şeyi istediğini anlayan yabancılar gülerek biribirlerine bakarlar…

———————————————————

Ondan ayrılabilmek
Onunla tanıştığımız zaman ben 14 yaşındaydım, o ise benden oldukça yaşlıydı… Hayatına giren ilk kişi ben değildim ve sonuncusu da olmayacaktım kuşkusuz. Herkes bu beraberlik için yaşımın çok küçük olduğunu düşünüyordu. Aslında hiçbir zaman yaşınızın uygunluğu söz konusu olamaz böyle bir ilişkide…
İlk önceleri sadece yakın arkadaşlarımla paylaştım küçük sırrımı. Sadece gönül eğlendiriyordum onunla; ne kadar da aptalmışım…
Aileme anlatamazdım. “Kıyametin kopması” diye adlandırılan durum çıkacağından karşıma gizledim, gizlendim…
Başlangıçta çok seyrek buluşuyorduk. Daha sonra buluşmalarımızın sayısı arttı. Gönül eğlendirmek demiştim ya, palavra…
Çok zaman geçmesine gerek kalmadı hayatımda kapladığı yeri anlamam için. Evet, onu seviyordum. Ama yine de, aklımda hep aynı düşünce vardı: “Onun tutsağı değilim ve istediğim zaman terk edebilirim.” Buyrun size ikinci palavra…
Ne, zamanla hayatımın her safhasına yerleşmesini fark etmem yetti onu terk etmeme ne de annemin bizi yakalaması. Aslında bizi yakaladı demem yanlış olur. İzlerimizi buldu, ardında bıraktıklarını gördü. Kızmadı, bağırmadı, sadece kısa bir nasihat çekti. Biliyordu çünkü buluşmamızı yasaklamasının artık hiçbir şey ifade etmeyeceğini. O zamana kadar gizli devam ediyordu, yine gizli kalabilirdi ne de olsa…
Zaman geçtikçe birbirimize bağlandık. (Palavra üç… Ben ona bağlandım, tabii ki onun umurunda bile değildim.)
Şu an dönüp geriye bakıyorum da, 12 uzun yıl geçti ve veren taraf hep ben oldum. O bana sahte mutluluklar verdi sadece, bense herşeyimi…
Herhalde hayatta canımı vereceğim tek o oldu…
Onun için kavga ettim, onun yüzünden hastalandım, ama hiçbir zaman ayırmadım yanımdan, ayıramadım…
Biliyordum nelere yol açtığını, görüyordum. Önce onu sevmeyi öğrendim, sonra nefret etmeyi. İrademi yerle bir ettiğine, beni kendimle karşı karşıya getirdiğine şahit oldum…
Başkalarını kırdım onun yüzünden ve ben daha da fazla kırıldım. İnsanlarla arama girdi. Arkadaşlarım ondan nefret etti çoğu zaman. Hatta ben bile tiksindim bazen bedenime ve ruhuma sinen kokusundan…
Aslında bir kaç kez denedim ayrılmayı. Ama her dönüşümde ona sarılışım bir öncekinden daha kuvvetli oldu.
Yokluğunda kıvrandım hasretinden, alışmaya çalıştım, ama asla aklımdan atamadım. Uzun ve stresli geceler hep ev sahibim oldu. Tırnaklarımı yedim, yetmedi kuruyemişe başladım. Ayrılık bana kilo aldırdı.
Ve ben hep geriye döndüm!..
Hatta şu an bile yanımda…
Ama yine de yemin ediyorum burada, hepinizin önünde: “Bir gün artık bırakacağım, bu sigarayı.”

Gurbet
Sevene zulümdür gurbet elleri
Hasret yağmurları yüklü geceler
Ve akarken loş, kokulu damları
Kuş tüyü yataktır kerpiç zeminler …

Yaşamak zorunda, mecburdur çoğu
Kimi aç, kimi tok geçerken günler
Gönüllerde sevgi demet demet gül
Kuş tüyü yataktır kerpiç zeminler…

Bir tek teselli o da mektuplar
Her satırda hasreti dağ gibi büyür
Bazen sevinse de çok zaman ağlar
Kuş tüyü yataktır kerpiç zeminler…
Yüksel Lale

Stop
Muammer Erkul
11 Ağustos 2000 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir