Az ilerimizde birileri yemek yiyordu. “Flülülüü, flülülüü, flülülüü” demeye başladı cep telefonu adamın. Telefon masadaydı, hem de önündeydi. Fakat bekledi adam. Sakin sakin lokmasını yuttuktan sonra açtı ve;
“Bu bir bant kaydıdır… Aradığınız telefonun sahibi tatildedir.. Mesajınız varsa, lütfen, az sonra duyacağınız ‘bip’ sesinden hemen sonra söyleyiniz.. Biiiip!..” Deyip sustu ve bekledi!..
Ben de duydum bunu, başkaları da duydu… Ben de anladım, başkaları da anladı… Galiba duyduğu halde anlamayan bir kişi vardı ki, o da; bu numarayı arayan kişiydi…
Daha doğrusu o; bu numarayı yutan kişiydi!..
O sırada aşağı taraftan başka bir ses duydum. Bu da bir cep telefonuydu, ve “Mozart’ın 40. senfonisini” çalıyordu…
Dikkat ettim; bu telefon, benimle birlikte aval aval demin konuşan adama bakan kişinindi…
Ayağa kalktı. Ağaçların altına yürüdü. İnsanlara arkasını döndü ve telefonu avucunun içine saklayarak;
“Bu bir bant kaydıdır… Aradığınız telefonun sahibi şu an tatildedir. Varsa mesajınızı ‘bip’ sesinden sonra bırakın… Kendisi sizi müsait bir zamanda arar. Biiip…” Dedi!..
Sonra da geri dönüp yemeğinin başına yürürken, kendi masasından ve bazı yakın masalardan alkış sesleri geldi…
E bunlar iyi de…
Peki ben niye gaza gelirim böyle, durup dururken;
Milletin ağzına bakıp, aklına uyup!..
Hiç işte!..
Beykoz’da çekilen “Gülbeyaz” dizisinin telaşlı müziği çalmaya başladı: “Tındırı tındırı tındırı, heeeeyy heey…”
Ben bunu tanıyorum. Çünkü bu, benim telefonum…
İyi düşüneyim şimdi, ne diyordu o adam, açınca?.. Acaba kaç kere çalmasını bekliyordu açmadan evvel?..
“Tındırı tındırı tındırı!..”
…..
“Aloo, Ahmet abi, şey… Bu bir bant kaydıdır. Aradığınız telefonun sahibi şu anda, şarıl şarıl akan Kuzuluk derelerinden birinin üzerine konmuş masada, yemyeşil ağaçların altında, alabalık ve kiremitte mantar yemektedir… Eğer bir mesajınız varsa, lütfen ‘bip’ sesinden hemen sonra bırakın, müsait bir zamanda ben sizi ararım nasılsa,,, biiip!..”
“Anlatmana gerek yok. Kuş sesleri bile duyuluyor buradan… Paçaların dizlerindedir şimdi senin ve elinde olta balık kovalıyorsundur!..”
“Biip… Biiip!..”
“Bipleteceğim ben seni şimdi, dur hele…”
“Biiiip!..”
“Yarın günlerden Çarşamba olduğunu biliyorsun, değil mi?..
Şu saatlerde Kültür-Sanat sayfasını yaptığımızı ve senin yazın haricinde bütün işlerin bittiğini de tahmin ediyorsun, değil mi?..
Sana iki saat daha zaman… Artık, Aksartepe’de ateş yakıp dumanla mı gönderirsin, şişe içine koyup dereden mi gönderirsin bilmem yazdıklarını… Ama saat tam …’de: (Yazarının pili bittiği için bu köşeyi yayınlayamıyoruz) diye bir not koyacağım gazeteye, senin yerine!..
İşte… Her yazının bir hikâyesi vardır. Bazı yazıların ise kendileri birer hikâyedir!..
Stop
Muammer Erkul
23 Haziran 2004 Çarşamba