Bu nasıl benzerlik
Şimdi size bazı satırlar yazacağım ve ardından oradaki boşlukları beraber dolduracağız.
…..
“Ünlü sanatçı …. bu sabahın erken saatlerinde geçirdiği kalp krizi sonucu (56) yaşında vefat etti.
Aniden rahatsızlanan ….. hastaneye götürüldüğünde zaten bütün hayati fonksiyolarını kaybetmişti.
Ünlü sanatçının, İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki evinde akşam gayet iyi olduğu bildirildi.
Kardiyoloji uzmanı Dr. ….. sanatçının daha önceden de kalp rahatsızlığı bulunduğuna dikkat çekti…”
Bu satırlar kimden bahsediyor sizce;
Barış Manço’dan?..
Evet.
Kemal Sunal’dan?..
Evet.
Cenk Koray’dan?..
Evet.
Bazı bilinmezler insanın anlama kaabiliyetine çook fazla geliyor, değil mi?..
Yukarıdaki satırları tekrar okuyun, göreceksiniz ki bu üç ünlü kişi için de kullanıldı aynı satırlar;
“Sabahın erken saatleri… 56 yaşında… Kalp rahatsızlığı zaten vardı… Ani bir kriz… Kriz anında zaten ölmüştü… Dün gece Kadıköy’deki evinde gayet iyiydi…
Türkiye’nin başı sağolsun…”
Cenk Koray bu ülkenin televizyonu tanıdığı zamandan beri bu milletin tanıdığı bir simaydı…
Siyah beyaz ekranlardaki “soğuk esprileri” mizah dergilerine çook konu edildi.
Bir ara hazreti Mevlânâ’yı çok sevdiğini duymuştum…
Allahü teâlâ ona ve bütün kaybettiklerimize rahmet eylesin. Amin.
“Neco ve Cenk Koray”
Cuma gününün akşamı iki gecelik bir tatile gidiyoruz. Radyoda bir gazete reklamı var; transfer edilen bir sürü isimden bahsediyor. Ciddi ciddi hiç ilgimi çekmiyor…
Pazar gününün geç saatlerinde evde, ne var ne yok diye televizyonu karıştırırken bir cenaze haberi görüyorum. Aniden vefat eden Beşiktaş’ın eski oyuncularından Yusuf’un cenazesi bu ve arkada, üzerinde “Neco ve Cenk Koray” yazan bir çelenk görüyorum. Sonra şu spor-magazin proğramlarından birinde; “Ünlü komedyen Cenk Koray bu defa hepimizi ağlattı” diye bir altyazı geçince takılıp kalıyorum…
Cenk Koray’ın çook eski dostu ve Beşiktaş kulübünden de arkadaşı Neco (Nejat Özyilmazer) gözyaşları içinde diyor ki:
“Bugün saat 12.00’de, onu evinden alacaktım ve Beşiktaş’lı Yusuf’un cenazesine gidecektik. Ancak, ne gariptir ki bu sabah onun ölüm haberini aldım, ve şimdi 12.00’de onun gazete binası önündeki cenaze merasiminde bulunacağım.”
——————————————————–
Yaşamanın tadı
Küçük bir çocuk parkta yürümektedir.
Yere bakar ve çimenlerin içinde parıldayan bir sentlik madeni parayı görür. Onu alır, çok heyecanlanır ve sevinir.
“Bedavadan” para bulmak onu o kadar memnun eder ki, her dışarı çıktığında daha fazlasını aramak için başını önüne eğer ve sürekli yerlere bakınır.
Hayatı boyunca, beş, on, yirmibeş sentlik madeni; hatta birkaç dolarlık kağıt paralar bile bulur. Hepsinin toplamı 12 dolar 96 sent etmiştir.
Bu paraları elde etmek ona hiçbir şeye “mal olmamıştır”, ya da kendisi öyle düşünür.
Ama gerçek bedel, kaçırdıklarıdır:
30 bin kadar gün batımı…
300’den fazla gökkuşağı…
Çocuklarının büyümesi…
Kuşların şakıması, cıvıldaması ve gökyüzünde uçuşması…
Güneşin doğuşu, insanların gülümsemesi ve daha birçok güzellik.
Kafanızı kaldırıp, hayatın sunacağı gerçek zenginlik ve ihtişama hazır olun.
Hayatınızı dolu dolu yaşayın ve yolculuğunuzun tadına varın…
‘Savunma hakkı hiçbir şekilde engellenmemeli’
Ceza yargılaması hukuku üç temel ve eşit faaliyetten oluşur: Devletin savcıları kanalıyla yaptığı iddia faaliyeti. Yargıç ve mahkeme tarafından gerçekleştirilen yargı faaliyeti. Bağımsız bir kuruluş olan baro üyesi avukatlar tarafından yürütülen savunma faaliyeti. Üç faaliyetin tümünden ceza yargılaması ortaya çıkar.
Bu faaliyetin amacı maddî gerçeğe, yani sanığın suçluluğu konusunda kesin kanıya ulaşarak toplumda hukukî barışı ve düzeni kurmaktır.
Ceza yargılaması hukuku alanında bir taraftan özgürlükler, diğer taraftan toplumsal düzen, dolayısıyla fert ve devlet karşıkarşıya gelmektedir. Devlet suçu işleyen ferdi cezalandırarak toplumdaki barışı tesis etmeye çalışırken bazen bireylerin özgürlüklerine, mal varlıklarına, mesken dokunulmazlıklarına ve özel hayatlarının gizliliğine müdahale etmek zorunda kalır.
Savunma faaliyetinin amacı bu müdahaleleri hukukî çerçeve içinde ve asgarî seviyede tutarak hak ihlâllerini engellemektir.
Savunma faaliyetinin geniş anlamdaki amacı, demokratik düşüncenin ve hukukun üstünlüğü inancının hâkim kılınmasıdır ki, bu da halkın devletin yapacağı görevlerde etkin rol almasını gerektirir. Yargılama faaliyetinde demokratik düşüncenin yerleşmesi halkın jüri üyesi olarak yargılama faaliyetine katılmasıyla mümkündür.
Türkiye’nin bu anlamda demokratik düşüncenin hâkim olduğu bir yargılama faaliyetine sahip olduğunu düşünmek mümkün değildir. Bunun amaçlanmadığının en somut delili de Adalet, İçişleri ve Sağlık bakanlıkları arasında imzalanan ve 17 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren, ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki yönetim, dış koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırmak amacı güden üçlü protokoldür.
Bu protokolle infaz memuruna avukatın evraklarını inceleme ve el koyma yetkisi tanınmıştır. Şöyle ki Avukatın tutuklu ve hükümlülerle görüşmesinden sonra, tutuklu veya hükümlüye verdiği evraklara infaz memuru tarafından el konulacak, yargılama ve savunmaya ilişkin olup olmadıkları değerlendirilecek, olmadıklarına karar verilirse iade edilecek.
Bu denetim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kopenhag Kriterleri, anayasa ve avukatlık kanunuyla korunan avukatın tam bağımsızlığına, savunmanın hakkının özüne, meslek sırrının ifşa edilmemesi ilkelerine ters düşmektedir. Bu hareketin sonucunda amaçlanan savunma faaliyetini yargılama faaliyeti içinde etkisiz kılmak ve yok etmektir.
Mevcut hak ihlâlleri sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine verilmiş olan daha sonraki dönemlerde kararlar hukukun siyaseti etkilemesine sebep olmuştur. Yani hukuk canlı bir organizma gibi kendini yenilemiştir. Böylece hukuk reformunu ülke gündemine sokmuştur.
Savunma hakkı, kişinin en temel hakkıdır. Bu hak Kopenhag kriterleri, anayasal ve yasal düzenlemeler gereği faaliyetlerinin yürütülmesinde avukatların tam bağımsızlığının tanınması ve korunmasıyla güvence altına alınır.
Savunma hakkına ve savunma faaliyetine karşı girişilen sınırlama, denetim altına alma gibi her türlü kısıtlama insan hakkı ihlâllerine davetiye çıkaran ve toplumda hukukun üstünlüğü inancına gölge düşüren, tez, antitez ve sentez aşamalarından oluşan yargılama faaliyetinin antitez yani savunma safhasını yokederek hukukun kendini yenilemesine engel olma yolundaki girişimlerdir.
Hukukun üstünlüğü ve demokratik bir toplum için “savunma hakkı hiçbir şekilde engellenmemelidir.”
Stop
Muammer Erkul
25 Temmuz 2000 Salı