Buzlu fıçıya dalmak
Sizi bir “buzlu fıçıya” daldırayım mı?
Bilin bakalım insanlar şu anda arkanızdan neler konuşuyorlar?
Herkesin ardından konuşma “hürriyetimiz” olduğundan, çenemiz gem tutmuyor genellikle, değil mi?..
Ohh!.. Dudaklarımız köpüre köpüre develer gibi, sanki tatmin olurcasına ve vicdanımızdaki soru işaretlerini iteleye kakalaya döküyoruz ortalığa aklımıza her geleni;
İshal olmuşçasına!..
Bu, tabii ki; arkasından konuşulan kişi “yanımızda olmadığı” zamanlarda oluyor… Değil mi?
Ve bahsi geçen şahsın arkasından konuşma “hürriyetine sahip” olan diğerleriyle beraber olunduğunda oluyor!..
Bir insan ya herkesin ardından “gönderme özgürlüğünü” tutar elinde…
Yahut hiç kimsenin gıybetini-dedikodusunu yapma hakkına sahip olmadığını bilir!
Sadece… Bir tek… Yalnızca bu cümleyi anlatabilmiş olsaydım bu gün, başka satır yazmama ihtiyaç kalmazdı her halde:
Bir kişi ya herkesi çekiştirir veya vicdanıyla kol koladır!
Dikkat!
“O”nun “herkes”ine “sen de” dahilsin!..
Dikkat!
“Sen”in “herkes”ine “o da” dahil!
Ne demiştik?
Bir insan ya herkesi çekiştiriyordur, veya “vicdanıyla” kol kola oturuyordur…
Ortasını bulmak kolay değil.
Şu “çekiştirmek” ifadesi de, nedense hep “leş yiyen çakalları” getirir gözümün önüne!
Şimdi hakkımda şöyle düşünüyorsanız haklısınız;
Benim elbette size ve hiç kimseye “şunu yapın, bunu yapmayın” deme salahiyetim yok. Üstelik, kendim bunca yanlış içindeyken başka insanların yanlışlarına projektör çevirmem de iz’ana sığmaz…
Ama insaf edin ki; bugün, burda benim yazdıklarımı okuma lütfunda bulunuyorsanız, bu yazının, “okuyucu mektupları arasından tombalayla çekilen” bir kâğıt parçasından alınmadığını bildiğiniz içindir!.. O halde, en azından birkaç soru sormak hakkım vardır sizlerle birlikte…
Öyle değil mi?
Oo, herkes kurumuş!
Sizi yeniden aynı buzlu fıçıya daldırabilir miyim?
Bilin bakalım şu anda bazıları “SİZİN” ardınızdan neler konuşuyor?..
Bu soruya her zaman aynı cevap gelir zihnimizden. Çünkü mantığımız kendi yaptıklarımızı, yaptıklarımızın insanlar üzerinde bırakmış olabileceği tesirleri… Ardından (kazara veya kasten) bize duyurulmuş olanları bulmaya ve muhakeme etmeye hazırlanırken; duygularımız nefes nefese öne atılıyor ve diyor ki:
Ben ne yaptım ki?.. İnsanlar arkamdan konuşsa bile iyi şeylerden bahsederler…
Arkamızdan konuşulanlar “arkamızdan” konuşulduğu için ve arkamızdan konuşulanları genellikle duyamadığımız için…
…Haklısınız!
Lakin haklı olmasanız da pek bir şey değişmeyecek…
Konuşacak olanlar sizin de arkanızdan ko nu şa cak laar!
Tartışmaya açtığım; konuşuluyor veya konuşulmuyor olmak değildi aslına bakarsanız. Ben, “yokmuşum gibi” hiç konuşulmamaya da tahammül edemem aslında. Doğrularım elbette var, ama bana doğrularımın “işaret levhaları” yanlışlarımın olduğunu da biliyorum.
Nedir tartıştığımız?
Ardımızdan neler konuşulduğu…
Bazısı diyor ki:
“Amaan, ne yapayım… Konuşan konuşsun.”
Bazısı ise:
“Hiç farketmez insanların ne dediği… Elbette ben haklıyım.”
Bazısı şöyle düşünüyor:
“Hii, eyvah!.. Benim hakkımda mı konuşuluyor? Mahvoldum, rezil oldum…”
Bazısı ise:
“Yapma be, sahi mi?.. Çok eğlenceli… Ee, başka neler diyorlar benim için?..”
Onların ne dediği de, sizin ne dediğiniz de çok önemli değil aslında.
Mühim olan; “bir noktayı” idrak etmemiz ki, bahsi zaruridir ve şudur:
İnsanlar ardımızdan konuşuyor…
Bu “muhabbet”lerin bir ölçü içerisinde veya dizginsiz olmasına pek de aldırmamak lazım.
Bilinmesi gereken;
İnsanların, hakkımızda konuşmaya devam edeceklerini anlamış olmak…
Herkes kendi “kişilik rengine” göre farklı tepki verecek belki. Normaldir…
Ama hiç umursamamak, dediğim dedik çaldığım düdük mantığında davranmak, paniğe kapılıp eyvahlara saklanmak, yahut herşeyi ve herkesi eğlenceye almak çözüm mü?..
Soruyorum kendime…
Diyorum ki;
“İnsanların arkamdan konuşacak olduklarını bilirken, “YAPMIŞ OLDUKLARIMDAN” yola çıkıyor olduklarını da bilmem gerekiyor mu?..
Ve yine soruyorum kendime…
Diyorum ki;
“İnsanlar bugün konuştukları gibi, yarın da konuşacaksa ardımdan… Ve bugün, dün yaptıklarımdan yola çıkarak konuşuyorlarsa…
Yarın da, “BUGÜN YAPIYOR OLDUKLARIMDAN” yola çıkacaklarını düşünmem gerekiyor mu?..
——————————————————-
Ben bulundum mu?
Gülümsüyor mu yüreğin, Ruhun gülümsüyor mu?
Ben, biz, hayran oldukça sana… Okurken yazdıklarını… Haz duyarken biz. Yüreğimizden geçerken yazdıklarının yolu… Nazar etmemek için maşallah çekerken ben, telefondan aktarırken bir dostum senin duygularını bana…
Senin yediğin haz, içtiğin haz, uykuların haz oluyor mu?
…
“Bul Beni” demişsin bir kitabında. Haberim yoktu benim senin çağrından; çağırmıştın ama sen beni…
Ben duymuştum. Ve ben duymadan kitabının ismini çağırına uydum işte.. Duydum yüreğinin sesini. Geldim işte, duydum işte ben seni.
Buldum da bulmasına, ben, acaba ben bulundum mu? Yitik diyarlarda mıyım hâlâ? Bulunmak istemek hakkım oldu mu benim?
…
Beni bulan var mı? En yakınımdakiler buldu mu beni?
Ruhum bulunmak istiyor. Bulan çıkacak mı beni? Yediğim haz, içtiğim haz, uykularım haz olacak mı benim de?.. Hak etmiş olacak mıyım haz yemeyi, haz içmeyi, haz uyumayı?
…
Hak etmiş olanlardansın, buldum seni… Yitik bir diyardan sesleniyorum sana. Henüz haz yiyemiyor, haz içemiyor, haz uyuyamıyorum. Yüreğimden geçiyor yazdıklarının yolu… Yoluna düştüm, takip ettim izlerini… Geldim işte, buldum seni.
Hoş buldum, safa buldum.
Seni buldum…
Ben bulundum mu?
Stop
Muammer Erkul
28 Haziran 1999 Pazartesi