Canımcım’a! [08 Eylül 2000 Cuma]

Canımcım’a!

Canımcımerhaba!
Aslında bir merhaba demek bile zor geliyor bana! Kendimi nedense güçsüz hissediyorum. Bazen de mutlu olmak korkutuyor! Yine ağlayacağımı bilerekten gülmeyi istemiyorum.
Sakın sanma ki ortada bir problem var! Hayır yok. Sadece kendimi iyi bulmuyorum. Dedim ki bir kaç kelime yazayım da kendime geleyim.. Canımcığımla paylaşayım..
İyi yapmamış mıyım yani?

Ne bileyim, yazarken kendimi çok daha iyi hissediyorum. Çünkü yazmak benden bir şeyler götürmüyor. Beni dinliyor sessizce ve ne yazarsam kabul ediyor. İşte yazmak beni daha da serinletiyor.
Şu sıralar feci şekilde yıldızlara takmış durumdayım. Açıyorum gece perdemi ve onlarla konuşuyorum. Yüreğim konuşuyor daha doğrusu.. Delilik mi sence bu? Yoksa ben kafayı mı yiyorum? Yok be canımcım!
Gökyüzü huzur veriyor bana! O kapkaranlık gövdeye o güzelim yıldızlar renk veriyor. Her gece bir dilek diliyorum. Olmayacağını düşünerekten hem de!

Sana da tavsiyem budur. Gece dostların yıldızlar olsun! Gözlerini mutlaka buluştur onlarla! Bir bakacaksın ki başka diyarlardasın. Bunlar ütopik şeyler değil be canımcım! Yeter ki mutlu olmayı bilerekten o gizemli yıldızlara bak bir kere!.. En azından bu küçük kız için bak!
Sevgiyle kal Muammer abi!

———————————————————

Aç pencereni

Deniz girsin içeri
Hayatın tuzlu tadını dokundur dudaklarına
Ve bırak yansın kelimeler
Sevdadan yana..
Aç pencereni
Yağmur girsin içeri
Islak bir aşka dokun parmak uçlarınla
Ve bırak yağsın bu son yağmurlar
Ömrümüzün bu son baharına..
Aç pencereni
Hüzün girsin içeri
Bir şiir dökülsün avuçlarına
Ve bir mısra üşüsün
Gençliğimizin hoyrat rüzgârlarında..
Açtım penceremi
Sen girdin içeri
Gözlerinde denizler
Saçlarında yabancı rüzgârlar vardı
Kapatmasaydım eğer penceremi
İnan bu şiir
Bakışlarından sırılsıklam olacaktı..
Recep Cem Çelebi

Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)

Acımızı paylaşmayın. Eğer gerçekten paylaşmak istiyorsanız sizin de bunları yaşamanız gerek. Ama hayır kimse görmemeli sokağını öyle, sevdiklerinin mezarına kireç serpildiğini görmemeli, çay bahçesinde oturduğu masanın sular altında kaldığını bilmemeli. Kimse ölmek istememeli, hayallerini gömmemeli, hayır biz bunu istemiyoruz. Acımızı paylaşmayın, bu son acı olsun…
Birşeyler yapmak istiyorsanız bize sadece bakın ve görün. Hataların canlarla, toprağa gömülen bir gencin umutlarıyla, bir bebeğin solmuş teniyle ödendiğini görün.
Biz büyüyorduk, gülüyorduk ama bizi çektiler bir kenara ve şimdi savrulduğumuz yerde avuçlarımızı açıp “neyimiz kaldı” diye soruyoruz. Kalbimiz “güm” diyerek cevap veriyor: “Ben varım.” Ama yetmiyor inanın can yetmiyor. Kalbinizin hâlâ atması, teninizin sıcak olması değil sizin istediğiniz.

Lütfen acımızı paylaşmayın, bunları yaşamayın. Bize bakıp kendi yanlışlarınızı düzeltmeniz, hayatı görebilmeniz, aldığınız bir nefesi neden aldığınızı seçebilmeniz ve sevdiğiniz herşeyin kıymetini bilmeniz yeterli.
Eğer dargın olduğunuz bir insan varsa hemen gönlünü alın, yapmak istediğiniz ama çekindiğiniz bir iyilik varsa yapın, sevdiklerinize söylemek istediğiniz bir söz varsa söyleyin hemen. Çünkü onları kaybedebilirsiniz.

Hayat hiç de bildiğimiz gibi değil. Biz bunu gördük ama acısını yaşayarak…
Lütfen şimdi kendinize sorun ne kadar vakit kaybettiniz. Eğer epeyce vakit kaybettiyseniz üzülmeyin çünkü daha çok hayat var yaşanacak. Çocuklarınız var, gelecek var. Kendi hatalarınızı düzeltemiyorsanız onlarınkini düzeltin vakit kaybetmeden.
Bizim yaşadıklarımız size bunları gösterebiliyorsa acılarımız tebessüme dönüşecektir.
Lütfen acıyı paylaşmayın. Vakit geçiyor, lütfen!..
28 Nisan 2000/Tuğba
– BİTTİ –

Stop
Muammer Erkul
08 Eylül 2000 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir