ÇEKİRGE ÇETİN, DÖNÜYOR… / Röportaj
—————————————————————————
Muammer Erkul bir tek kişi değildir, diye bir cümle yazsam şaşırır mıydınız?
Onu “sevgi yazarı” diye tanıyan sayısız insan vardır. Çünkü o, hiç kimsenin böyle bir konudan haberdar olmadığı, yani sevgi, hoşgörü ve insanları motive etmek gibi bir ihtiyacın farkında bile olunmadığı bir tarihte… 1994 yılında başlattığı Stop isimli gazete köşesinde hem bu konuları yazmaya başlamış ve hem de günlük yazılarının bölüm aralarına (dünyada örneği olmayan bir şey yapmış) küçük küçük kalpler bile koymaya başlamıştı. Ülkemizin o yıllarda satış rekorları kıran Türkiye Gazetesi’ndeki bu köşe de tahminlerin üzerinde bir okuyucu kitlesi yakalamış, okunma rekorları kırmaktaydı…
Onun gazetedeki köşesi için kaleme aldığı yazıların bir çoğunun, şiir sitelerinde hit olması bizim için şaşırtıcı değildir!.. Bildiğiniz gibi yakın zamanda bir bakanımız (Sayın Veysel Eroğlu) onun yazılarından birinin (“Su Gibi” isimli yazı) cümlelerindeki mana derinliğine hayran olarak, basın ve kültür hayatımızın önemli kalemlerinden Nazlı Ilıcak’a göndermiş… O da hiç tereddüt etmeyerek, bu yazıyı “Hazreti Mevlana’nın yazısı” başlığıyla Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde yayınlamıştı…
Fakat Muammer Erkul’u sadece yazar olarak veya şair olarak tanıyanlar olduğu gibi; sadece kitap kapağı yapan bir grafiker ve hatta matbaa ressamı olarak hatırlayanlar da var! Ben ise onun en çok çizgilerini severim, çizgi romanlarını. Hele ki Çekirge Çetin karakterine bayılırım…
Peki biz konuya nereden bakacağız bugün? Galiba biraz oradan, biraz buradan olacak.
Belki de birkaç kişiymiş gibi yürüyen Muammer Erkul’u “tek beden” içinde toparlamaya çalışacağız!.. Keyifli bir sohbet olacağından eminim.
İyi okumalar dilerim.
Z.D.G. (8 Ekim 2012, Pazartesi)
ÇEKİRGE ÇETİN, DÖNÜYOR!..
Röportaj: Zeynep Didem Gezgin
-Muammer Bey, merhaba… Sizin mesleğiniz gazetecilik, öyle biliyorum. Sonra köşe yazarlığı yapmaya başladınız… Peki bunca yıldan sonra resim ve karikatüre geçmeye neden ihtiyaç duydunuz?
-İlk çalıştığım gazete Yeni Asya idi, tipo basılıyordu yani ofset değildi. Kurşun dizgiler ve matris kalıpları zamanında öğrendim ben gazeteciliği. Muhabirlik, fotoğraf basmak, sayfa sekreterliği… Birçok dergi, gazete ve sonra Çocuk Dergisi yani bol renkli ofset dönemi; pikajı, sayfa filmlerinin montajını, renklemeyi her şeyi öğrendim… Bu aslında başlıca bir röportaj konusudur, başka bir gün konuşuruz…
Fakat sorunuza şöyle cevap vereyim; önce “çizmeye” başlamıştım ben. Daha doğrusu yazmayı çok istiyordum ama hayatımı kazanmak için çizmem gerekiyordu. Bunun için eskiden tanıyanlar çizer olarak bilir beni. Sonradan her gün yazmaya başlayınca bu özelliğim unutuldu. Yani çizerliğe yeni başlamadım, yazmaya başladığımdan beri çizerliğim görünmüyordu…
-Çizmeye ne zaman, kaç yaşında başlamıştınız?
-Galiba insanın çizmeye başlaması; “yapabilirliğinin” farkına varmasıyla başlıyor. Eline kağıdı ve kalemi alıyorsun ve çevreden sesler: “A aa, bu çocuk ne güzel şeyler çiziyor!.. A aa, bunun yaptığın ben bile yapamam” filan!.. Yaşı yok bunun. Fakat öğrenmenin de sonu yok. Bütün sanatlar gibi çizmek te bir yolculuksa, ömür boyu yolcusun artık… Bak şimdi, aklıma ne geldi: Şimdiki tweetlerdeki gibi kestirme sözler, eskiden kamyonların arkalarına, minibüslerin sağına soluna yazılırdı ya. Misal “Ömür biter yol bitmez” gibi. Demem o ki; sanatçılar da kamyonculara benziyor biraz! Yani hep bir yolculuk hali… Öğrenmeye mecbursun, denemeye, ilerlemeye mecbursun ve asla durmamaya… İşte bu da; sanatının mecburiyeti!
Dağıttım mı konuyu, toparlayalım mı?..
-Yok yok, iyi gidiyoruz. Ben aslında hemen Çekirge Çetin’e gelmek istiyorum da, onun için sabırsızım…
-Hadi gelelim bakalım. E tabi sen güzel kızsın, oğlum da çok yakışıklı bir çocuktur! :))) Şaka bir yana, Çetin benim için de çok özeldir… Birçok çizgi karakter hazırladım ama en çok o sevildi… Benimle birlikte yaşadı hep ve yaşamaya devam ediyor. Hatırlarsın değil mi günlük çıktığı zamanları. Önce Çocuk Dergisi’nde başlamıştık, öylesine sıradan bir çizgi tipti işte. Haftada bir sayfa, tek espri olarak başlamıştı…
Sonra Türkiye Gazetesi’nin orta sayfasında günlük bant halinde yayınlanmaya başladı. Üç sene kadar… Bir müddet sonra Zaman Gazetesi’ndeki çocuk sayfasında iki seneden fazlaydı sanırım; bulmaca, fıkra ve karikatürlerle haftalık köşe olarak çıktı Çekirge Çetin… Stop köşemiz başlayınca ise Türkiye’ye geçti. Yıllarca her gün çeyrek ve hatta bir ara yarım sayfa hazırladım köşeyi. Günlük yazımı yazıyordum. Kalan yere de eğlenceli konular, duvar yazıları filan hazırlıyordum. Ve elbette kara gözlü, afacan, kurnaz, ele avuca sığmaz Çekirge Çetin’imiz…
-Çetin’in neden “Çekirge” olduğunu da anlamış olduk böylece… Ben onun tercümesini de gördüm yanılmıyorsam…
-Bir gün benim ajansta; hadi bir deneme yapalım, dedim. Hemen elimize geçen çizimlerden seçtiklerimizin montajını yaptık ve baskıya verdik. Çetin’in ilk kitabı (albümdü) budur. Yıllar sonra bir telefon geldi, iki kız kardeş idi arayan. Arapça kursuna gittiklerini, bu konuda yardımcı ders kitabı olmadığını, Çetin’i tercüme edip bastırmayı düşündüklerini söylediler. Olur dedim. Para pul istemem, ama üç beş tane örnek gönderin, dedim… Başardılar da bu işi. Ben ne o kızları, ne yayınevini, hiç görmedim… Sadece bana gönderdikleri 5 tane Arapçaya tercüme edilmiş kitabım hatıra kaldı… Şimdi hala bulunuyor sanırım, dil öğrenmek isteyenlere yardımcıdır…
-Çekirge Çetin hangi yaş grubu için, desem ne dersiniz?
-Çok güzel bir soru, iyi ki sordunuz… Çetin’in (aslında açık, aşikâr olan) sırlarından biri de tam budur… Gerçekten yaşayan ve çok sevimli bir çocuk düşünün. Bilirsiniz, vardır böyle çocuklar… Şimdi o çocuk, dedelere de ninelere de, komşulara da akrabalara da çok sevimli gelir… Abla ve abileri de ondan çok hoşlanır ama akranları ve hatta ondan küçükler bile onun ne yaptığını anlayabilir ve ona bakarak eğlenebilirler… Çetin işte ta en başından beri böyle bir orta yol tuttu, devam etti. Onu herkes gerçek bir çocuk gibi algıladığı için; “şu yaş grubuna aittir” diyemiyorum. Çünkü herkesin akranı, kafa dengidir Çetin. Ona bakabilen herkes eğlenir ve okuyabilen herkes onu anlar, diyorum…
-Şimdi burada, benim önümde, basıma hazırlanan bir roman var… Bilgisayardan basılmış prova sayfaları ise işte masanın üzerinde… Yani, efendim, bunca yıldır tanıyıp bildiğimiz Çetin’de kocamaan ve çok önemli bir fark var!.. Hadi bunu da konuşalım, daha doğrusu asıl bunu konuşalım…
-Peki, olur, memnuniyetle… Gördüğünüz, evet, bir roman… İçinde çizimler var ama bu bir çizgi roman değil, edebî bir roman…
Şu anda da bunun hazırlıklarını yapıyoruz. İlk defa size gösteriyorum ve galiba ilk defa sizde yayınlanmış olacak bu haber…
Bu pek yeni sayılmaz, eski bir proje ama yeni hayata geçiriyoruz… Üzerinde çok kafa yorduk. Tekrar tekrar, kaç kere okundu hatırlamıyorum. Umarım güzel ve kalıcı bir eser olacak… Yani Çekirge Çetin bu romanla çizgi dünyasından, edebiyat dünyasına geçiş yapmak üzere. Bu nokta önemlidir…
-Sadece yazı değil ama bu kitap, içinde çizimler de var.
-Evet, Çekirge Çetin çizgi olarak da tanındığı için, içine çizim yapmasam olmazdı. Doksandan fazla resim çizdim, küçüklü büyüklü… Bunlarla da çok uğraştım… Bunca yıldır bu işlerin içindeyim, üzerinde bu kadar uğraştığım bir başka kitap hatırlamıyorum…
-Üzerinde diyor ki… Söyleyelim mi?.. Diyor ki: “Çekirge Çetin / Dünyanın Tam Ortası” Ne demek bu? Romanın konusu hakkında bir mesaj mı?
-Aynen de öyle… Romanın konusu hakkında kapı aralıyor bu cümle. Dünyanın tam ortası, neresidir ve nerededir? Evet, çok kişi bilir bunu. Bu söz Nasreddin hocamız ve Akşehir ile ilgilidir. Öyle değil mi?
Çetin, o zıpır çocuk annesini canından bezdirirken ve bu arada biz ona çok gülerken, Çocuk Dergisi’nde çalışmakta olan babası bir görev alır. Yeni işi, dergi için gezi yazıları hazırlamaktır… Bir şeyler olur ve bu yolculuğa, oğulcuğuyla birlikte çıkmaya karar verirler… Peki, bu macera nasıl geçer sizce? Elbette, i-na-nıl-mazz :)))
Bu bir yazılı roman olduğu için kahramanın bütününü görme ve hatta duygularını hissetme şansımız oluyor, ortaya konan hayatın tamamını yakalama fırsatı buluyoruz. Günlük karikatür olarak tanıyanlar, Çetin’i bu romanda da okudukça belki duygulanıp ağlayacaklar bile, ama kesin çok gülecekler…
Bu aslında bir yolculuk, bir gezi yazısı…
Kitabı bitirenler o yolculuğu gerçekten yaptıklarını hissediyorlar…
Çetin, babası ve sen; sanki onlarlasın, onların arabasındasın, işte böyle bir his!..
Nasreddin Hoca’mızın aslında kim olduğunu da öğreniyoruz bu kitapta… Çok ilginç ama; aslında o sıradan bir fıkra kahramanı değil ki! Doğduğu evi görmek çok heyecanlandırıyor bizi… Hortuluları tanıyoruz, sonra Sivrihisar’da çok ilginç bir tayyare konusu ve Akbaş köpekleri kısmı var, bayılacak çocuklar… Hele eşeğine neden ters oturduğunu öğrenenler Nasreddin Hoca’ya gerçekten hayran olacak ve bunu bir daha unutması asla mümkün olmayacak!
Peki ya sonra? Akşehir. Yani Hoca’mızın kabrinin bulunduğu ilçe… Dünyanın tam ortası da işte orada!..
-Kitap nasıl olacak?
-Biliyor musunuz, bu kitap dünyada bir ilk… Çünkü bu güne kadar, bunun benzeri bir roman yazılmış değil. Bu konuda da iddia sahibi…
Teknik olarak ve malzeme konusunda bilip isteyerek hiçbir kısıtlama yapmadık… Yazıları çok rahat okunabilecek. Kitap 208 sayfa ama bir kaç saatte bitebilir, çünkü içinde resimler de epey yer tutuyor… Basılmadan önce çok tecrübe ettik; bu macera, okumayı bitiren kişiye “büyük iş yaptım” hissi veriyor…
-Kapak için çizilmiş şu Çekirge Çetin resmine ve hele başlığa bayıldım ben…
-Bu başlık, onu çizgilerden tanıyanların hatırlayacağı gibi Çetin’in kendi el yazısı… Aslında ben de Çetin kadarken böyle yazardım, bütün “E” harfleri dört beş bacaklı. Bir E’ye üç çizgi az geliyor sanırım!.. 🙂
-Bu kitap, sanki bir seri olacakmış gibi geldi bana. Bu hissim doğru mu?
-Çocuk konusu çok ihmal ettiğimiz bir alan… Çocuklar için ne yapsak az ama ana babalar güvenilir eser bulmakta çok zorluk çekiyorlar. Maalesef bu konu çok ciddidir. Kesinlikle güvenilir ve kesinlikle bu ülke çocuklarına uygun kitaplar, romanlar lazımdır… Bunu çok önemsiyorum. Biliyorum ki benim gibi hassas insanlarımız var. Yavrularımıza pembe rengi öğretmek için önüne domuz resmi koymanın anlamı nedir? Cevabı siz verin!.. Ambulans veya itfaiye arabasını tanırken Kızılay’ımızdan önce Kızılhaç resimlerini niçin öğrenmek zorunda olsun ki çocuklarımız?.. İşte böyle kitaplar satılıyor kitapçılarda… Neden? Çünkü ciddi olarak hazırlanmış kaliteli çocuk kitaplarımız yetersiz!
Bir çocuğun, hatta bir yetişkinin okuduğu veya okuyabileceği kitap sayısı bellidir. Bir zihne bir şeyi; bir resmi, bir fikri soktuğun zaman artık onu çıkartamazsın! Bir derin kuyunun içine zehir dökmek gibidir bu! Ne içebilirsin ne de ondan vazgeçebilirsin!
Yavrularımızdan vazgeçmemiz mümkün mü?
Peki yavrularımız bu kadar ucuz mu?
Onlar, tamamen kontrolsüz veya kasıtlı basılmış kitaplarla birlikte karıştırılacak kadar değersiz mi? Bardağının içindeki suya tuz atarsan acılaşır, şeker atarsan tatlanır!..
Gerçekten bunun acısını çekenlerdenim…
Ve ne dediğimi anlayanları, istikbal gailesi olanları, bu acıyı hissedenleri Çekirge Çetin kitaplarıyla ilgilenmeye davet ediyorum… Bu çağrının önemini lütfen hissedin!
Seri olacak mı?.. Bunu çok istiyorum…
Belki romanlar devam eder, albümler ve boyama kitapları da basılır…
İnşallah diyelim.
-Muammer Bey, çok teşekkür ederiz. Büyük keyif aldım bu sohbetten. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
-Çetin’le başladık hadi onunla bitirelim… Kitaplar yakında basılır… Lütfen bu röportajı okuyanlar bu sözlerime duyarsız kalmasınlar. Bizi bulsunlar ki (www.muammererkul.com) yazınca sitemiz çıkar. Bir yandan da ayrıca (www.cekirgecetin.com) hazırlıyoruz… Burada söylenemeyenleri orada bulabilirsiniz. Herkese ve her fikre ihtiyacımız var. Birbirimizin eksiklerini el birliğiyle tamamlayacağız…
Akılda tutmak lazım: Çekirge Çetin sadece benim çocuğum değil ki…
Veya bir başka açıdan baktığımızda; bu ülkenin bütün çocukları “hepimizin” çocuklarıdır. Bir çocuğa yaptığın hizmetten bütün çocuklar ve hatta gelecekteki çocuklar istifade edebilir…
İşte bu gözle bakabilenlerle birlikte yürüyeceğimiz uzuuun bir yolculuğumuz var, ve olmasını dilerim…
Ve ben de size teşekkür ederim…
______________________________
Röportajın yayınlandığı sanatalemi sitesi