Çocuk kalbi [24 Temmuz 1999 Cumartesi]

Çocuk kalbi

Bu büyük şehre geleli, iki yıla yakın bir zaman geçmişti. Aldığım dördüncü sınıfları, bu öğretim yılının sonunda mezun ediyordum. Okul, evime bir hayli uzaktı. Her sabah binbir güçlükle minibüse binip, okula yetişmek beni bir hayli yoruyordu. Ayrıca kendi çocuklarımla da yeterince ilgilenemiyordum. Hazır beşinci sınıfları mezun edecekken, yeni bir sınıf almadan tayin istedim. Bir sınıfı okuturken tayin olmak, hem öğrencilerin üzerinde hem de benim üzerimde olumsuz etki yapıyordu. Dolayısıyla bu yıl benim için tam fırsattı.
Yaz tatili tayin beklemekle geçti. Okulların açılmasına birkaç gün kala hâlâ tayin işinden bir haber çıkmamıştı. Derken eylül seminerleri ve okulların açılışı… Tayinim çıkmamıştı. Dolayısıyla birinci sınıf almak zorundaydım. Bu arada okulumuzdan birkaç öğretmenin tayini çıktı. Demek ki, benim istediğim okullarda boş yer yoktu.
Aradan birkaç hafta geçti. Öğrencilerim okul ortamına yeni yeni uyum sağladılar. Elleri kalem, tebeşir tutmaya başladı. Artık derste somurtmuyorlar, en küçük bir şaka karşısında kahkahalarla gülüyorlardı. Hepsi de ne kadar sevimli çocuklardı! Hele Saliha… İlk zamanlar okula alıştırmakta çok güçlük çekmiştim. Sudan bir bahaneyle ağlıyor, “annemi istiyorum” diye feryat ediyordu.
Annesiyle konuştum:
-Küçükken çok hastalık çekti. Onun için oldukça nazlı büyüdü, diyordu.
Gerçekten de arkadaşlarına göre pek gelişmemişti. Boyu kısa, rengi soluk ve oldukça alıngandı. Onu kendime alıştırmak için günlerce uğraştım. Fakat sonunda başarmıştım. Sevginin yumuşatamayacağı çocuk kalbi yoktu. Şimdi artık Saliha benden ayrılmak istemiyordu.
Teneffüslerde bahçeye çıkacak olsam, Saliha koşarak geliyor, ya ceketimi yakalıyor veya ellerime sarılarak benimle dolaşıyordu. Bazen:
-Saliha, kızım sen de git arkadaşlarınla oyna. Bak hepsi ne güzel oynuyorlar, desem;
-Bana ne bana ne!.. Ben seninle gezmek istiyorum, diye karşılık veriyordu.
Çektiği hastalıktan olacak, parmak kasları yeterince gelişmemişti. Bu yüzden henüz kalem tutma, yazı yazma alışkanlığı kazanamamıştı. Fakat zamanla bunu da başaracağından emindim. Çünkü Saliha beni ve okulunu çok seviyordu. En iyisi de hiç usanmadan yazabilmeye çalışıyordu.

Okul açılalı bir ay olmuştu. Artık öğrencilerim okula tamamen alışmışlardı. İlkokuma-yazmanın temeli olan cümle öğretimine başlamıştık. Saliha da dahil olmak üzere hepsi fişlerini yazabiliyordu.
Bir teneffüste okul müdürümüz seslendi:
-Hocam, gelir misiniz bir dakika?
Yanına gittim. Biraz sitemli bir sesle:
-Ne kötülük gördün bizden? dedi.
Bu sözlere ilk anda bir anlam veremedim.
-Hayrola, ne oldu müdür bey?
-İlçeden geliyorum, tayininiz çıkmış. Gitmeseydiniz olmaz mıydı sanki? Tam birbirimize alışıyoruz, bırakıp gidiyorsunuz.
Doğrusu çok şaşırdım. Bu tayin işini unutmuştum bile. Okulumu ve öğrencilerimi de çok seviyordum. Ah şu yol durumu ve kendi çocuklarımın durumu olmasaydı!..
-Müdür bey, inanın bugünler tayin beklemiyordum ama…diye mazeretlerimi dile getirdim.
Bir-iki güne kadar resmi işlerimi halledip, evime yakın olan yeni okuluma gidecektim. Son güne kadar öğrencilerime durumu söylememeye karar verdim.

Bugün okulumdan ayrılacağım. İlk derse girip, durumu öğrencilerime anlattıktan sonra resmi işlerimi tamamlayıp, yeni okuluma gideceğim. Oldukça heyecanlıyım. Bakalım minik yavruların tavrı ne olacak?
Derse girdim. Her zamanki gibi yüzleri gülüyordu çocuklarımın. Hepsini tek tek inceledim. Canım hiç de ayrılmak istemiyordu bu sevimli varlıklardan. Ama hayatta bazı şeyler insanın elinde değildi.
-Çocuklar size söyleyeceğim önemli şeyler var, diye söze başladım.
Merakla beklemeye başladılar. Konuşmaya devam ettim:
-Bugün sizden ayrılmak zorundayım çocuklar. Başka bir okula tayinim çıktı. Birbirimize çok alıştık ama inanın benden sonra gelen öğretmene de kısa zamanda alışacaksınız.
Çocukların neşesi kaçtı birden, bazıları:
-Gitme öğretmenim, biz başka öğretmen istemiyoruz, dediler.
Onlara gitmem gerektiğini anlatmaya çalışırken, sıraların birinden hıçkırıklar yükselmeye başladı. Gözlerimi sesin geldiği sıraya çevirince, bunun Saliha olduğunu gördüm. Yanına giderek saçlarını okşadım.
-Ağlama yavrum, yeni öğretmenini de çok seveceksin. İnan bana.
-Hayır!. Beni de götür. Ben senin okulunda okumak istiyorum.
-Ama orası uzak. Sen oraya gelemezsin ki…
-Anneme söylerim, getirir.
Saliha hıçkırıklar arasında bağırarak söylüyordu bunları.
-Gelemezsin kızım, gelebilsen götürmez miyim?
-Sevmiyorsun beni! Sevsen gitmezdin! Hem teneffüslerde bana hep “git arkadaşlarınla oyna” diyordun değil mi!..
Diğer öğrenciler normal yollarla tepkilerini dile getirirlerken, Saliha, üzüntüsünden ne diyeceğini bilemiyor, ağlıyor, bağırıp çağırıyor, adeta çırpınıyordu. Dersin bitimine kadar Saliha’yı zor sakinleştirdim. Artık derse girmeyecektim. İşimi bitirince, bir ders anında müdürümüze veda edip gidecektim.
Teneffüste öğretmen arkadaşlarla görüştüm. Saliha’yı anlattım. Bu sırada nöbetçi öğretmen:
-Hocam, biraz dışarı çıkar mısınız? dedi.
Öğretmenler odasından dışarı adımımı atınca bir anda öğrenciler tarafından adeta kuşatıldım. Etrafımdan yalvaran sesler yükseliyordu:
-Öğretmenim gitme!..
-Ne olur bizi bırakma!..
Sınfın bütün öğrencileri burdaydı. Saliha hariç. Çocuklarla beraber sınıfa doğru yürüdüm. Başımı içeri uzatınca, Saliha’nın bir sıraya başını koymuş, sessiz sessiz ağlamakta olduğunu gördüm. İçim burkuldu.
-Haydi çocuklar, siz şimdi içeri girin, dedim.
Onlar içeri girince, ben de işlerimi tamamlamak üzere okuldan ayrıldım. Öğrenciler son derste iken de müdürümüze veda ederek iki yıllık okulumu terkettim.

İlkbahar gelmişti. Yeni görev yerime geleli beş aydan fazla olmasına rağmen, benden ayrılmayı bir türlü kabullenemeyen Saliha’yı unutamıyordum. Yeni okulumda öğlenci idim. Güneşli bir günde eski okulumu ziyaret etmeyi düşündüm. Bindiğim minibüs, kalabalık trafikte ağır ağır ilerlerken ben yolda hep Saliha’yı düşünüyordum. Beni nasıl karşılayacaktı? Yeni öğretmenine uyum sağlamış mıydı? Bana hâlâ dargın mıydı?..
Okula yaklaştığımda içimde tatlı bir heyecan vardı. Öğrenciler derste olduğu için doğruca müdür odasına girdim. Müdür bey, beni sıcak bir ilgiyle karşıladı. Bir süre sohbet ettik. Sınıfımı, benden birkaç gün sonra gelen yeni bir öğretmene vermişlerdi. Müdür beye:
-İzin verirseniz, öğretmen arkadaşla da görüşerek önümüzdeki derste sınıfa girmek istiyorum, dedim.
-Memnuniyetle, dedi.
Tenefüste arkadaşlarla da görüştüm. Nihayet zil çaldı ve sınıfa girdim. Birdenbire beni karşılarında gören eski öğrencilerim, sevinç çığlıkları attılar. İşte gene eskisi gibi ışıl ışıldı gözleri. Değişen bir şey yoktu. Olmamalıydı da zaten. Gözlerim Saliha’yı aradı. O da ne? Gelişime hiç sevinmemiş gibi asık ve donuk bir yüz. Bana hâlâ kırgın mıydı yoksa? Yanına yaklaştım:
-Ne o Saliha? Gelişime sevinmedin mi yoksa?
Saliha’nın dudakları titremeye, gözkapakları hızlı hızlı hareket etmeye başladı. Daha fazla direnemedi. Birdenbire kendini kucağıma attı. Hıçkırıklar arasında “sen gittin diye ben hasta oldum” sözünü zor işittim. Bir müddet başını okşadım. Neden sonra hıçkırıklar kesildi.
-Bak, sizi görmeye geldim. Bundan sonra da geleceğim, dedim.
Uysal ve itaatkâr bir sesle:
-Peki öğretmenim, dedi.
Yeni öğretmen arkadaştan Saliha’nın durumunu sordum. Gerçekten de iki ay hasta yatmış yavrucak. Bebekliği hastalıkla geçen bu yavrunun yeniden hastalanmasına gerçekten de ben mi sebep olmuştum? Buruk bir pişmanlık içimi kapladı. Kendi kendime söz verdim:
“Bundan sonra Salihalar’ı yarı yolda bırakmayacağım.”
Güven Söztutan
Ben Bir Öğretmenim (Türkiye Çocuk Yayınları)

Stop
Muammer Erkul
24 Temmuz 1999 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir