Demiştik ya; acaba bazıları “ancak böyle önemsendiklerini” zannettikleri için mi çürük bir sakız gibi çiğneyip dururlar ağızlarında, “intihar” kelimesini; ortalığı leş gibi kokuta kokuta!..
Çürümüş sakızları çiğnemek ve onlardan medet ummak neye benziyor biliyor musun?..
Bir pireli eniğin, zehirlenmiş anasının soğuk memelerinden sıcak süt çıkarma çabasına!..
Köpek yavrusu bilmiyor ki; çıksa, bu sütün ne kadar faydası olacak!..
“İntihar” sakızını ister tehdit olarak ve ister kendini acındırmak için caklatıp duran insanların, ayağa doğrulduktan sonra yapacakları her işin; o köpek yavrularının yaptığı işten daha isabetli olacağı kesindir!..
“Bak intihar ederim haa!”, “Başka çarem mi kaldı?” veya benzerleri; ayağa kalkmayı (beceremeyecek değil) düşünemeyecek kadar tembelliğe alışmış kimselerin sözleridir!..
Bu laf, büyük insanların ifadesi değil; gavuristan fışkısı tercüme kitap ve senaryoların, insanlarımızdan bazılarının, ve maalesef hayatımızın ortasına vurduğu bir kara damga, ve tenimize teğellenmiş başka renk bir yamadır!..
Bu laf, bize ve bizim gibi inananlara yakışmaz…
Çünkü… Çünkü, hiç birinin hafife alınamayacağı günahların, en büyük yetmişiki tanesinin de en büyüğü olan bu işi, birilerini korkutmak veya kendini acındırmak niyetiyle bile söylemek, hiçbir kefeye sığmaz!..
Üç kıtanın hakimi eski Osmanlı’nın lügatinde bile yoktu böyle bir kavram… Aaall’sana büyüklük!.. Bunu anlayabilene aşk olsun…
Bu; “şartların ne olduğu anlamsız, vazgeçmek, geri dönmek yok” demekti… Yürümek ve ilerlemek vardı sadece; hayatın zirvesine, ve dünyanın tepesine kadar. Kimse bilmiyordu kendini çamurlara layık görmeyi…
Ve hayatın; geri alındığı zamana kadar her saniyesi çok değerliydi, en değerliydi dedelerimizin gözünde…
Yani, sonradan ve gizlice peydahlanıp sınırlarımıza tıkılmış bu “veledi” tanıyan yoktu bu topraklarda; “intihar” ne demektir, anlayan yoktu. Yüzyıllar boyunca da hiç bilinmemişti…
Değirmene buğday koyacaksın ki, un çıksın!..
İnsan, söylediğini düşünüyor ve düşündüğünü söylüyor…
Şimdi sen, “intihar” diye diye dolaşır, bu lafa ve düşünceye dilinle aklını alıştırır, ince ince bu işin hesaplarını yapar,,, maazallah ölümün ardını küçük ve hafif görerek, dünyanın üç günlük sıkıntılarından kurtulacağını sanıp, “intihar” deliğinden kendini attığın zaman, ateşten kuyulara düştüğünde çok mu şaşırırsın?..
Değirmene buğday koyarsan un çıkar, ama;
Değirmen taşı acı olan biberi de öğütür!..
İnsan düşündüğünü söylüyor ve söylediğini düşünüyor. Şaka bile olsa söylediklerimiz,,, mes’ulüz!..
Yani kendi sözümüz; boynundan bağlanıp kasaba götürülen bir hayvan gibi, sürükleyip götürüyor bizi… Ama, nereye?..
Al sana bir koca soru daha…
Biliyor musun; bu sorunun cevabı da, seni 40 yıl meşgul edebilir…
Tabii, istersen!..
Stop
Muammer Erkul
30 Ekim 2003 Perşembe