(Çoktandır çuvaldızı “KENDİMİZE” batırmamıştık galiba; Öyleyse hazır olun, çünkü geliyor!)
Bütün medya yöneticileri tahmininizden zekî insanlardır, unutmayın… Böyle olmasaydı, şu an göze batacak kadar ortada olmaz, eleştirilere maruz kalmazlardı.
Unutulmaması gereken bir nokta daha var ki, o da şu; herkes DOĞRU BİLDİĞİ kendi yolundan gitmekte!..
Kişi popülizme inanıyor ve ardından gidiyor, komünizme inanıyor ardından gidiyor, Darwinizme inanıyor ardından gidiyor, hümanizme inanıyor ardından gidiyor… ise sana ne!..
Elbette bildiği yoldan gidecek, elbette inandığı istikamete yürüyecek; ama bir yandan da değirmenin suyu akar kalacak!..
Sen, ben, o ve hatta biz, siz, onlar işte bunun hazımsızlığındayız!..
Nerden çıktı şimdi bu, bazı “herif”lerin aptal olmadıklarını haykırmak?..
Şunun için, miskincikler; Ya “beğenmediğim kişi”dir aptal olan veya “ben”imdir!..
Yani ya gecedir ortalık, ya da gündüz!..
…..
(Dileyen tam burdan dönsün geri… Çünkü yolun daha ilerisi daha çamurlu, daha taşlı, daha dikenli… Sonra söylemedi demeyin!)
Hiç teneke gördünüz mü, gaz tenekesi?..
Vurursun bir tarafına, her tarafından ses çıkar, hem de ne ses!..
Peki ses nasıl çıkar?.. Orayı sormayacaksın!..
Peki ses neye benzer?.. Orayı da sormayacaksın!..
Peki neye neyi soracaksın?..
…..
Ney’e; “Niye?..” diye soracaksın. Ve şunu duyacaksın ki ney’den:
“Kökümden budandığım için!..”
Yarasından kan damlamayanların feryadına inanma!..
Ve kanı sıcak olmayanların!..
Ve kanı kırmızı olmayanların!..
Şimdi; yurdu çalınmışların, sevdikleri çalınmışların, kökleri çalınmışların tangırtıları var ortalıkta…
Evet, tekmelendikçe ses çıkartıyorlar, ama nasıl bir ses çıkarttıklarını bilmeden!.. Biri vuruyor burdan, öbür yandan ses çıkıyor, şimdi benim vurduğum gibi…
Neden kimse kânuna bakmaz, kemana bakmaz?.. Niye kimse neye bakmaz?..
Ve dinlemez onların âhını;
Halbuki söyler onlar çektiklerini… Halbuki çeker onlar; bütün değerleriyle beraber, vatanlarını ve köklerini teslim edişlerinin günahlarını!..
Bu yazı nerden nereye sürüklenmede yine…
Birileri konuşmakta vidir vidir; “Bak, şu kanalda hiç şöyle bir edebiyat sohbeti dinlemedik şimdiye kadar… Filanca ise sunduğu programa; kafasının içi kafasının dışından daha güzel hiç kimseyi misafir etmedi şimdiye kadar… Öbür kanaldaysa hani “şu program” yayınlanıyor saat gecenin bilmem kaçında…”
…..
Hadi bakalım; “sıkmıyorsa” yapılmayacak olanı yaptık bugün! Yani OKUYUCUYU ELEŞTİRDİK, hem de canlarını acıtmak istercesine… Buna da ihtiyaç var aslında, zaman zaman değil mi?..
…..
Ama şunu bilin ki; ha bire eleştirdiğimiz şu medya “sürücü”leri (en azından benden daha fazla) zeki ve kabiliyetli olmasalardı, inanın çoğunun ellerinde bugünkü imkânlar bulunmazdı…
Ve inanın, yine aynı kişiler ancak aptal olmalı ki reytingleri yok saysınlar…
Haaa! Bak işte burda ne çıkıyor açığa, bilin bakalım?
Sokakta cak cuk edenler kendi televizyonlarıyla baş başa kaldığında kombinezon danteli seyretmeyi tercih ediyor!.. Halbuki kendi televizyonlarımızla başbaşa kaldığımız kadar kendi vicdanlarımızla da başbaşa kalabilsek!..
Ahh, eğer şu olsa:
Bugün bin kişiden birer mesaj gitse her hangi bir basın kuruluşuna… Dese ki bu mesajlarda:
“Lütfen şöyle şöyle bir program yayınlayın…”
İnanın, hiç kimse aynı talebi aktaran BİN mektuba karşı duramaz…
…..
Ve bu mektupları, faksları, mesajları gönderenler “SAMİMİ” olsa. İstediklerine benzer yayınlar başladığında, bunlar hakkında DAHA İYİ OLMALARINA YÖNELİK yeni kontaklar kursalar yapımcılarla…
Ne olur biliyor musunuz?..
Reytinglere ve kendilerine ulaşan bütün bilgilere her zaman duyarlı ve açık bekleyen kişiler bu programa daha da yüklenirler; daha fazla ön plana çıkarırlar, daha da seyredlir hale getirirler… Sonra, bunu diğer kanallar ve diğer yayın organları izler…
Ardından bütün ülke bu yana doğru yaslanır ve tabandan itibaren kültür seviyesi yükselmeye başlar…
…..
Yani;
TAVANIN TABANA DOĞRU ALÇALMASI DURMUŞ;
TABANIN TAVANA DOĞRU YÜKSELMESİ BAŞLAMIŞ OLUR…
Aynaların bize en sık; “KENDİNDE ARA” dediğini duyar ve düşünürüz. Değil mi?
Sonra da;
“SADECE DÜŞÜNMENİN” kâfi gelip gelmediğini düşünürüz!..
Bağırmak değil bizim işimiz…
Bizim işimiz; yanlışın yanlış olduğunu bu yanlış düzelinceye kadar söylemek, söylemek, söylemek…
Ama doğruya da doğru olduğunu, insanlara doğrunun hangisi olduğunu;
Bu doğru ümitsizliğe düşmeden… Bu doğru bozulmadan… Bu doğru elden gitmeden söylemek, söylemek, söylemek…
…..
Benimle aynı fikirde olan var mı?
…..
(Soru: Bilin bakalım, yazar bu yazısıyla size ne söylemek istedi?!..)
Stop
Muammer Erkul
01 Mayıs 2001 Salı