Cıva gibi bir öğrenci [01 Mart 2000 Çarşamba]

Cıva gibi bir öğrenci

Sevgili Celal Ünver’i hakikaten çok takdir ediyorum. Sanki Stop Köşesi’nin araştırma görevlisi gibi kitapların ve internetteki dosyaların içinde gezinip, sizlerin istifadesine sunulabilecek sayfaları yolluyor bana… Profesyonel de bir çalışma anlayışı var. Hepiniz adına (bazen ismini bile koymadığım araştırmaları da dahil) bütün gönderdikleri için burdan kendisine teşekkür ediyorum.
…..
Son gönderdiği yazısında ise;
“İşte lafı gediğine koymak diye ben buna derim, diyor… Hikâyeyi kimin naklettiğini bulamadım, ama gerçekten mükemmel… Ve okumaya değer. Bulduğum şekliyle aktarıyorum… Celal.”

Yıl 1969. Bir Cumartesi sabahı.
Yer (Fransa) Strasbourg Üniversitesi’nin Esplade’daki bir sınıfı.
İlk derste profesör, odadaki doktora öğrencilerine “hangi ülkeden olduklarını” soruyor. Çoğunluk Alsace kökenli Fransız. Sıra Türk öğrencilere geliyor.
“Neredensiniz?”
“Türkiye’den.”
“Türksünüz, Müslümansınız demek!..”
“Evet.”
“Burada doktorayı bitirdikten sonra, herhalde Türkiye’ye dönünce Başbakan olursunuz!..”
…..
Bunu söylerken sesinde ve dudaklarında alaycı bir gülüş beliriyor…
Genç Türk’ten önce, hemen yanındaki bir başka öğrenci söze giriyor:
“Burada doktorayı tamamlayanlara -Başbakan olacak- diye garanti sertifikası da mı veriyorsunuz?.. Doktoramı bitirdim diye ben de Fransa Başbakanı mı olacağım?..”
…..
Profesörün gülümseyişi yüzünde donuyor. Soruyor:
“Siz nereyi bitirdiniz?”
“Strasbourg Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni…”
“Siz doktoranızı tamamladıktan sonra isterseniz kariyerinizde ilerlersiniz. Ama Türk arkadaşınız ülkesine döner ve Başbakan olur!..”
…..
“Aradaki fark neden?”
“Farkı bir soruyla ortaya koyayım. Siz -az gelişmişlik- nedir biliyorsunuzdur herhalde, değil mi?..”
“Evet iyi biliyorum. Şu an karşımızda profesör ünvanlı bir az gelişmişlik örneği var!..”
…..
Bu son kelimelerin herbiri adeta bir tokattır. Önce bir sessizlik… Sonra öğrencilerden alkış patlaması… Profesör birkaç dakika taş gibi olduğu yerde çakılır kalır. Sonra… Hiçbir şey söylemeden odayı terk eder, bir daha da gelmez.
İzleyen günlerde, o dersi okutmak için sınıfa başka bir profesör verilir.
…..
Bayıldığım bu hikâyenin kahramanını merak etmiştim…
“Kimdi o öğrenci” diye Güneri Cıvaoğlu’na -uçakta- sorduğumda;
“Bendim!..” Dedi.

———————————————————

Günün Mektubu

Sevgili Muammer Abi…
Sana böyle yazı yazmak istemezdim ama şu an elimden bir şey gelmiyor…
Ben Adapazarı’ndan Serpil..
Depremden sonra bütün STOPlarım enkazda kaldı. (Nasıl üzüldüğümü anlatamam, enkazda kalan onlar değil sanki yüreğimdi…)
Bütün sayılarını nasıl elde edebilirim? Bana yol gösterebilir misin?

CEVAP:
Sevgili Serpil, inşaallah hiç birimiz böyle bir acı görmeyiz bir daha. Stop’un bütün sayılarını birden bulman imkansız gibi… Günün birinde kitaplaşmalarını beklemelisin… Ama bu arada eminim ki sana, elinde fazla Stop Köşesi olan okuyucularımız veya ellerindekilerden fotokopi çektirip göndermek isteyen okuyucularımız çıkacaktır.
Bu mevzuyu şehrinizdeki Türkiye Gazetesi Bürosuyla konuştum.
Türkiye Gazetesi Bürosu
(Sarpil hanım için)
Atatürk Bulvarı, Bulvar iş hanı Kat:1 No: 20 Adapazarı adresine duyarlı diğer okuyucularımız tarafından gönderilen mektup ve Stop Köşelerini (sen alıncaya veya aldırıncaya kadar) saklayacaklar.
Tekrar geçmiş olsun…
Sevgiyle.

Sınırsız severken
Gem vurdum ağzına matemin bugün,
Bu âhı, hicrânı neylesin gönlüm?
Sevincim elimde kalmışken bütün,
Bu devri, devranı neylesin gönlüm?

Sayende dünyamın kalmadı zevki,
Dizimin dermanı, gözümün şavkı…
Sevgilim, sorarım; bu nasıl sevgi?
Bir kuru hayranı neylesin gönlüm?

Ben değil aslında sen oldun korkan,
Kalbimde ardarda patlarken volkan…
Bu yangın hârına yetmezken umman,
Bir bardak ayranı neylesin gönlüm?

Sen de âlem gibi değiştin işte;
Sınırsız severken bıraktın kışta…
Aklım düşüncede gözlerim yaşta,
Sefayı, seyranı neylesin gönlüm?..
İlhan Palalı

hikâyeCİK

Satılık köpek yavruları
‘Satılık Köpek Yavruları’ ilanının hemen üstünden başını uzatan çocuk sordu:
“Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?”
Dükkan sahibi:
“17 milyonla 30 milyon arasında değişiyor fiyatları” dedi.
“Benim 1 milyonum ve 350 binim var, dedi küçük çocuk. Bir bakabilir miyim yavrulara?”
Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve köpek kulübesinden beş tane “yumak” çıktı…
Yavrulardan biri arkadan geliyordu.
Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret ederek sordu:
“Bunun nesi var?”
Dükkan sahibi “onun kalça çıkığı olduğunu ve hep sakat kalacağını” açıkladı.
Çocuk heyecanlanmıştı.
“Ben bu yavruyu satın almak istiyorum” dedi.
“Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor… Eğer gerçekten istiyorsan, o yavruyu sana bedava veririm.”
Bu defa sinirlendi çocuk ve satıcının gözlerinin içine dik dik bakarak:
“Onu bana vermenizi istemiyorum, dedi… O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim. Aslında şimdi size 1 milyon ve 350 bin lira vereceğim. Geri kalanını ise ayda 250 bin lira ödeyerek tamamlayacağım.”
Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:
“Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Çünkü bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup, zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak…”
Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantalonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasıyla desteklenmiş olan sakat bacağını dükkan sahibine göstererek, tatlı bir sesle:
“Ben de çok iyi koşamıyorum zaten, dedi. Ve bu yavrunun da kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe ihtiyacı var…”

Stop
Muammer Erkul
01 Mart 2000 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir