Dedem [27 Haziran 2000 Salı]

(Bir dayım vardı; Hasan…
Ben çok küçük bir çocukken; “Şehit oldu, dediler. Askerde…
Dayımı hayal meyal hatırlıyorum aslında, ama annemin o zamanki hali hiç gözümün önünden gitmiyor.
Galiba ilk kez gerçek acıya o zaman şahit olmuştum…
…..
Ve;
“Aşağıdaki hikayeyi Anadolu’daki Rock yapan Pentegram grubunun askerken güneydoğuda şehit olan solisti için yazmıştım. Yorumsuz olarak sunuyorum.
Kağan Aktürk” notuyla birlikte gelen şu hikayeyi, belki de o yüzden size sunup sunmamakta hiç tereddüt etmedim… M.E.)
Aksi adamdı dedem. Öyle olur olmadık şeylere sinirlenirdi. Yaşlandıkça daha da aksi oldu. Hepimiz korkardık ondan. Uzun, üzeri yakılarak işlenmiş Amasra yapımı bir bastonu vardı. Kızdığında bastonu havaya kaldırır gök yüzünde bir yerleri dürter gibi sallardı bastonunu. En çok da yapılmamasını söylediği bir şeyin bir daha tekrarlanmasına kızardı. Mercimek çorbasını çok severdi. Ama yanında bol acı ve limon olacak. Onun için yemek yapan kişi bilmeliydi bunu. Babam bile korkardı ondan. Bir keresinde “Çocukların yanında sigara içme” diye uyarmıştı onu. Babam yemeğin üstüne sigara tellendirdiğinde olanlar oldu.
Kaç yaşında olduğunu hiç bilmezdik dedemin. Ama hiç göstermezdi yaşını. Gene de herkesi korkutan bu ihtiyar kara kuru bir şeydi. Sanki üzerinde emanet gibi duran takım elbisesini üniforma gibi hiç üstünden çıkartmazdı. Sokağa çıkarken de ille fötr şapkasını giyerdi. Ona gore şapka İstanbullu olmanın bir gereğiydi sanki. Bir keresinde şapkası kaybolmuştu da evin tüm ahalisini şapkayı bulmak için seferber etmişti. Bir de madalyası vardı. Hep madalya taşırdı ceketinin sol yakasında. Çok övünürdü dedem İstiklal Madalyası ile. Hatta annem bir keresinde;
“Bu ihtiyar, madalyayı yatarken de pijamasına takıyor galiba demişti.” Öyle bir fırçaladı ki annemi, bir daha gözlerinin içine hiç bakamadı.
Bir tek kardeşim Hasan korkmazdı dedemden. Sanki aralarında gizli bir bağ vardı. Dedem onu hep dizine oturtur, savaş anılarını anlatırdı. Bazen de cukulata alır birlikte yerlerdi. Hep çukulata için dedemi dinliyor, zannederdik. Hatta çoğu zaman aralarındaki bu yakınlığı kıskanırdık bile.
Değişik yıllardı. İnsanların çoğunda körü körüne bir Batıcılık fikri oluşmuştu. Hatta yurtdışında olduğum zamanlar kendini İspanyol ve İtalyan olarak tanıtan Türk çocuklarına bile rastlamak mümkündü. Akademik kariyer yaptıkları halde sırf devletleri nedeniyle başka ülkelerin vatandaşlarına özenen, onların önünde ezilip büzülen bu insanlara nedense hep şaşırmışımdır. Diğer taraftan kendilerine sunulan değerlere uyum sağlayamayan fakat kendi öz değerlerine de dönemeyen insanlar gitgide daha aşırı uçlarda toplanmaya başlamıştı. Bir tek dedem modernliği ve su götürmez milliyetciliği ile bütün bu karmaşadan farklıymış gibi gelirdi bana.
“Bizi kimse yıkamaz” derdi dedem. Hemen arkasından da; “yeter ki birlik olalım” diye de eklerdi. Dedeme göre biz asla yenilmezdik. Ama silkinmeli, adaletli, modern bir devlet olmalıydık. Devlet yönetimi çıkış kaynağı ne olursa olsun asla hiçbir zümreye bırakılmamalıydı. Devlet hepimizindi, hepimizdik. Onu yücelten de, batıran da bizlerdik. Nedense biz hep sıkılırdık bu laflardan. Sanki beylikmiş gibi gelirlerdi bize. Bir tek Hasan dinlerdi onu. Hiç dizinin dibinden ayrılmazdı.

Hasan büyüdü. Üniversite sınavlarına girdi. Hukuk Fakültesini kazandı. Okulu başka bir şehirde idi. Bir yıl görmedik onu. Geldiğinde çok değişmişti Hasan. Yeni arkadaşlar edinmişti yurtta. Sert müzik dinliyordu artık. Önünde ne olduğunu bilmediğimiz garip işaretler bulunan kara kara tişörtler giyiyordu. Orasında burasında metal aksesuarlar sarkıyordu. Geldiğinin ikinci günü kulaklarının delik olduğunu fark ettim. En kötüsü de saçlarıydı. Kız gibi uzun saçları vardı Hasan’ın. Acayip kavga çıktı evde. “Ben karı gibi adam istemem. Hemen kestireceksin onları” dedi babam. Hasan direnince nerede ise kan gövdeyi götürecekti ki, birden annemin çarpıntısı tuttu. Onunla uğraşırken kavga yatıştı. Nedense her kavgada, annemin çarpıntısı ayırır oldu onları.
Asıl babamdan çok dedemin tepkisini merak ediyorduk evde. Hasan korkusundan üç gün hiç uğramadı dedemin yanına. Üçüncü gün dedem çağırdı onu. Gitti eski günlerdeki gibi yanına oturdu. Dedem donuk sesi ile halini hatırını sordu önce. Oradan buradan konuştular epeyce. Nedense hiç saçlarını sormadı dedem. Hasan durup dururken eski Türklerin de uzun saçlı olduğunu söyledi. Hem Peygamberimiz bile bir döneminde uzun saç bırakmıştı. Ne o gün, ne de ondan sonra hiçbir şey söylemedi dedem. İnandı da mı öyle yaptı, yoksa çok sevdiği torununu kırmamak için mi hiç sesini çıkarmadı bilemiyorum.

Tam dört yıl boyunca öyle kaldı Hasan’ın saçları. Müzikde de bayağı ilerledi. Bir rock grubu kurdu arkadaşları ile. Söylediğine göre Anadolu ezgilerini yorumlayıp rock şarkısı olarak çalıyorlardı. O yıllarda biz hiç dinleyemedik onun şarkılarını. Aile içinde nedense ona karşı gizli bir blok oluştu.
Nerede ise üniversiteyi bitirmesine yakın bir yaz sabahı geldi eve. Saçları kısacıktı. Sevdiği bir kız varmış Hasan’ın. Aynı sınıftalarmış. Yaklaşık iki yıldır çıkıyorlarmış. Evlenmek istiyorlardı artık. Babamı kızı istemesi için razı etmeye calıştı. Sonradan anlaşıldı kısa saçların hikayesi. Kızı vermezler diye korkup kestirmişti saçlarını Hasan. Çok bozuldu babam. Babamın yıllarca kestiremediği saçları kızın babası bir kerede kestirmişti. Gittiler, istediler kızı. Kızın babası çok makul karşıladı. “Olur” dedi.” Ama önce delikanlı askerliğini yapsın” diye de ekledi. Okulun bitmesini müteakip askere gitti Hasan. Kurada piyade çıktı şansına. Dağıtımda Güneydoğu’ya çıktı tayini. Arada sırada arardı bizi. Ama daha çok kız arkadaşından alır olduk haberini.
Askerliğinin bitmesine üç ay kala bir gün bizim evin önüne askeri bir cip geldi. Kaçtı zannettik askerden. “O kafa ile çok bile dayandı” diye düşündük. “Zaten adam olacak çocuk değildi” dedi yanımdaki halaoğlu. Camdan en son annemin sahanlıkta bayıldığını gördüm. Koşarak yanına gittik. Onu kaldırmaya çalıştık. Hasan vurulmuştu.
Akşama doğru ancak kendine geldi annem. Önce haberi belli etmek istemediler dedeme. Fakat annemin sürekli ağlamalarından anladı herşeyi. Hiç tepki vermedi dedem. Halbuki en çok onun için korkmuştu babam. Kalp krizi geçirir falan sanmıştı. Sadece “Başımız sağ olsun” demekle yetindi.
Doktorlar müsaade etmediler dedemin cenaze gömülürken mezarlığa gelmesine. Hasan’ın başında bulunduğu manga pusuya düşürülmüştü. Hasan üç kişinin hayatını kurtarmıştı ölürken…
Ancak bir hafta sonra gidebildi mezarlığa dedem. Başında belli belirsiz “ölünür ama yenilinmez” diye fısıldadığını duyduk. Ağlamadı. Konuşmadı bile.

Günler alabildiğine aynı geçmeye başladı gene. Herkes acılarını kalbine gömdü. Zaman hepsini dindirdi. Dedem bile gün geçtikçe daha fazla yaşlanmaya başladı. Fakat artık yakasında madalyayı görmez olduk. Yalnız biz değil kimse görmedi.
Dedem vefat ettikten sonra odasını karış karış aradık. Maalesef madalyasını bulmak mümkün olmadı?!..

Stop
Muammer Erkul
27 Haziran 2000 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir