Değişen; bir kişi!
Peki, kabul… Şimdi seni, yani anlatmanı istemediğim problemlerini dinlemeye başlasam… Ve sen de bunları bana saatlerce, günlerce ve aylarca anlatsan; “sana ne faydası” olacak ve “bana ne faydası” olacak?..
…..
Evet, dediğin gibi “hiç!”
O zaman neden içinden çıkılmaz olumsuzluklarla zamanımızı geçirelim ki; bunca konuşulacak şey varken?..
Bunları günlerce konuşmak yerine, bir tek mevzuyu beş dakika konuşmak bile daha faydalı değil mi?
“Haklısın da sen beni anlamıyorsun… Ah şu, şu ve diğerleri başımda olmasa, çevremden uzaklaşsalar neler neler değişirdi” lafına katılmıyorum…
…
Bak sana başka birşeyden bahsedeyim. Bilmediğin bir şeyden:
Askerden geldikten sonra ailemle önemli problemler yaşadım. Bu iki sene sonunda da ciddi ciddi, tedaviye muhtaç biri olmuştum artık.
Çünkü bazılarının hastanelere düşmelerine, bazılarının da (belki) ölümüne sebep olan, ayyuka çıkmış bu problemi sanki duymayan kalmamıştı.
İnsanlar biliyorlardı ve soruyorlardı son durumları; ben de anlatıyordum… Ama her anlatışımda o iki sene gözümde canlanıyor, (her anıyla) tekrar, tekrar ve tekrar içimde yaşanıyordu.
Bir sürü zaman kaybı, bir sürü günah ve bir sürü stress…
…..
Yapışıp kalmıştım sanki aylar ve yıllar önceki zamklara!.. Çekip kurtaramıyordum kendimi… Bir adım ileriye gidemiyordum.
Üstelik bunlardan bahsederken; aynı yapışkanların ortasında yeniden yuvarlanmak üzere geriye dönmüş oluyordum!..
…..
İnsanlar acaba gerçekten “benim geleceğim” konusunda yardım etmek için mi soruyor ve deşiyorlardı bu arı kovanını bilmiyordum… Anlattıklarımın onlara bir faydası oluyor muydu bilmiyordum… Sadece böyle boş konuşmalarla “haklı ile haksız” biribirinden ayrılıyor muydu bilmiyordum… Ayrılmış bile olsa sonuca bir faydası oluyor muydu, onu da bilmiyordum…
Bildiğim, daha doğrusu iki yıl sonra farkına vardığım şuydu ki; bunun “bana” hiçbir faydası olmuyordu…
Her gün yeniden çöküntüler yaşayarak; gururunu yitirmiş, güvenini kaybetmiş, itibarını sıfırlamış biri olarak ben (onların ve kendimin gözünde) yerlerde sürünüyordum…
…varolması gereken ve hakkım olan “herşeyin” yokluğu içinde…
…..
Senin şu an en azından; huzurlu olmasa bile bir evin, istediğin gibi olmasa bile bir ailen, rahat olmasa bile bir yatağın… Yanan soban, birilerini arayabildiğin telefonun var. Kar düşen sokaklarda aç karnına sabahlamak veya daha dün kovulduğun kapıyı “bir gece daha geçirmek uğruna” çalmak kararsızlığı içinde ağlamıyorsun… Hatta bunun ne demek olduğunu bile
bilmiyorsun.
Bir gün… İki fıstık atan herkese gösteri yapan sirk maymunları gibi her sorulduğunda herşeyi anlatmaktan ve her anlattığımda bütün olanları yeniden yaşamaktan vazgeçtim.
Ve “herşeyi unutmaya” karar verdim…
Artık, son iki seneyle ilgili ne gelirse aklıma; bilerek ve isteyerek zihnimden savurup atmaya başladım…
İşin başında bunun gerçekten olabileceğine bile inanmamıştım. Ama oldu… Öyle oldu ki hem de; bu iki sene içinden mutlaka hatırlamam gereken hadiseleri bile neredeyse hatırlayamaz olmuştum!..
…..
İnsanın beyni tam bir bilgisayar gibi çalışıyor.
Silmek istediğin dosyayı “silmek istediğinden emin olup olmadığını” tekrar ve tekrar soruyor sana. Ancak, “seçilen bölümü silmek istediğinden” kendisi emin olunca siliyor ve geri getirilmez biçimde yok ediyor…
“Şu ve şu insanlar yanımda olmasaydı” diyorsun ya… İşin ilginç yanı; bahsettiğim zamanlarımdaki insanlardan, olaylarla pek de ilgisi olmayan annemden başka herkes hayatta… Herkes yanımda ve yakınımda…
Bütün bu insanların değiştiğini sanma sakın…
Değişen bir kişi var…
Evet. Ben!
Ot konurken ortaya;
At olursan beslenir,
İt olursan aç kalırsın!..
Şimdi konunun başına geri dönersek; problem dediğin şeyleri dinlemeye başlasam… Ve sen de bana bunları saatlerce, günlerce ve aylarca anlatsan; sana ne faydası olacak ve bana ne faydası olacak?..
O zaman neden içinden çıkılmaz olumsuzluklarla zamanımızı tüketelim?..
Bunlarla vaktimizi ziyan etmek yerine neden “yarınlara doğru” yürümeyelim?
Çözümler her zaman kolay…
Dün bir soru gelmişti ya önünüze; iki katlı binanın alt katında üç elektrik anahtarı, üst katındaysa üç lamba vardı. Ve sizden sadece bir sefer üst kata çıkarak hangi lambanın hangi anahtarla açıldığını bulmanızdı… Buldunuz mu?
Bulamayanlar, önce bir anahtarı açıp bir süre açık tutsun. Onu kapatıp diğer anahtarı açsın ve üst kata çıksın. Sıcak olan ampul ilk açtığınız anahtar, açık olan ikinci açtığınız anahtar ve kapalı olan da son anahtardır…
Çözümler her zaman çok kolay. Zor olan; nasıl düşünmemiz gerektiğini bilmek…
———————————————————-
Büyümek istemiyorum!..
Merhaba…
Gecen hayırlı olsun. Bugün konuştuk aslında, ama mektupsuz olmuyor. Yarım kalıyor sanki birşeyler… Birşeyler eksik kalıyor. Lafı uzatmayayım, söylemek istediğim şuydu; demek öyle ha! Ben büyüdüm, öyle mi?.. Ama bu çok kötü bir şey!.. Daha kötüsü (beş-altı yıl sonra) bunu senden duymak. Ben büyümek istemiyorum ki!.. Büyüyünce kime benzeyeceğim? Sana mı?.. Peki sen kime benzeyeceksin? Büyükbabama mı? Korkuyorum, anlıyor musun beni abi? Bir şeyleri kaybetmekten, sonsuzlukta yitip gitmekten korkuyorum. Sanki bu akşam ölsem, beni kimse tutamayacak! Yaşlanmayız di mii?..
…..
Milenyum.
2000 dedik durduk. Hiçbir farkı yokmuş “bir” binli yıllardan. Yine uyuyorum, uyanıyorum… Yine uyanınca aynaya bakıyorum… Yine kendimle konuşuyorum, hayaller kuruyorum… Yine mektup yazıyorum… Yine yazılar okuyorum, kartopu oynuyorum, kardanadam yapıyorum… Seni yine seviyorum… Hiç bir değişiklik yok yani…
Ha, bi de yaşlanıyorum. Abi, ciddi ciddi yaşlanıyorum galiba… Tam 17 buçuk yaşındayım, hiii!..
…..
Uykum geldi.
Yarın kimyadan yazılıyız. Hiç çalışmadım. Unutturma abicim, bugün çok güzel şeyler oldu, sana anlatacağım. Ama bunları sonra anlatacağım. Peki sonra anlatabilmem için ne yapmam gerekiyor? Şimdi bitirmem gerekiyor. Mektubu yani. Anlaştık?..
Teşekkürler canım abim. Sevildiğini unuttuğun zaman aklına seni çok sevdiğimi getir. Çünkü ben öyle yapıyorum…
Canının içi; A…
Stop
Muammer Erkul
23 Mart 2000 Perşembe