Gözler açık dönelenen gecelerin hatırına;
Duy beni!..
Bir çivi gibi saplı isen / bir çivi gibi saplı iken karanlığa…
Yorgan; bir kundağa / aynı anda çarşaf bir kefene benziyorken;
Duy beni!..
Adına “zaman” dediğimiz büyük bir ağacın kendimize “mekan” bildiğimiz noktasıdır, çakıldığımız yer!..
Bu koca gövdenin…
Sadece bize temas eden dokusundaki hareket ise;
Hayatımız…
Boyumuz ne kadar uzun?
Kim bilir…
Çünkü her boy sadece “kendi kadar” uzun, ve ağacın içinde yine kendi boyu kadar dokuyu yırtmaya, ayırmaya, değiştirebilmeye muktedir..
İşte sen bana, ve ben sana birer “ses” kadar uzak, veya yakınız.
Çakılırken…
Yahut çekilirken duyuluyor (asıl) feryadımız!
Şimdi iyi bak;
Zamanın içinde kuru delikler, veya paslı çiviler göreceksin…
…..
İnsan; kararmış ve kıvrılmış birer çivi…
Ömürlerse; kuru, ve gün geçtikçe kapanıp yok olmaya mahkum birer delik mi?..
Çekilenler ve çakılanlar hatırına… Kundaklar ve kefenler hatırına… Çiviler ve delikler hatırına;
Duy beni!..
İnsan bunlar değil…
Sen de bunlar değilsin…
İşte bu yüzden dönüyor sorular kafamda:
“Ne kadar reçine çıktı deliğimden?
Ve ardımdan daha ne kadar çıkmaya devam edecek?..”
Bir de bu gözle bak şimdi; çivilere ve deliklere, zamana ve mekana…
Bir de bu gözle bak bakalım;
Kuru bir deliğin içindeki, küflü bir çivi gibi boş boş oturabilecek misin?..
Stop
Muammer Erkul
09 Aralık 2004 Perşembe