Üzerinden zaman geçtiği için; hadi size de söyleyeyim ki beraber gülelim…
O gün, yakınlarımdan birinin evindeydik…
Konu konuyu açtı ve öyle bir noktaya geldi ki; artık “işkembeden” atılmaz!
Peki ya ne olacak?
Kaynağından okuyacaksın. Veya okutup dinleyeceksin ki; hem o konuda ve belki birkaç konuda daha, bilgileneceksiniz…
Sağa sola bakındım önce, sonra da burada (şu masanın üzerinde) olduğunu bildiğim kitabın şimdi nerde olduğunu sordum…
“Benim odada, git al” dedi ev sahibi…
Biliyordum zaten evin her yerini, yürüyüp odaya girdim. Karşıdaki dolaplı çekyat, soldaki yatakla komodin, sağdaki gardırop, kapının arkasına konmuş buzdolabı, hepsi her zamanki yerinde… E iyi de, kitaplar nerede?..
Göremeyince geri döndüm. Belki de yanlış odada arıyor olduğumu düşündüm. Ama, yanlış değilmiş. Oradaymış. “Dolaptaki rafta olması lazım”mış…
Raf mı?.. Yeniden odaya gittim. Çekyatın arkasında raf var ama, içi; sandviç ekmeği arasındaki sosisler gibi, danteller arasındaki bardaklarla dolu!..
Yatağın üzerinde katlı bir eşofman, komodinin üstünde siyah bir bere, numaralı gözlük ve bıyık makası… Yerde top yapılmış çoraplar… Buzdolabı gibi şeyin üstündeyse davula benzeyen eski bir fırın… Kapısı dokunmakla hemen açılıveren gardırobun askılıklarında gömlekler ve iki ceket, altta iki valiz… Yukarı kısımda ise rafa benzeyen bir şey var, ama görünürde kitap filan yok!..
Tekrar döndüm…
Sanırım, benim gibi bir beceriksizden medet ummanın ne kadar boş olduğuna hükmeden ev sahibi, ihtiyar bacağını tutarak kalktı ve ağrısından dudağını ısırarak yürüdü. Bense merakla peşinden gittim. Baktım, gerçekten de az önce tekrar tekrar arandığım odaya yöneldi. Ama emindim, o da bulamayacak ve ancak o zaman kitapları nereye sakladığını düşünüp hatırlayacak…
İçeri girdi. Ve hemen, kapı arkasında duran buzdolabının (derin dondurucuymuş) üst kapağını açtı.
Gözlerime inanamadım!..
Bilirsiniz, derin dondurucuların bölmeleri, buzdolaplarının üstteki katlarına benzer, ama daha özel ve kalın duvarlarla çevrilidir…
“Gözlüklerim yok, bak bakalım orda mı?”
Şaşkınlıktan açılmış gözlerle içine baktım. Fişi takılı olmayan dolabın dibine doğru (ancak yanlamasına) sokulmuştu kitaplar, ama aradığımız burada değildi. O zaman, alt kapağı da açtı ev sahibi. Bu kısım azıcık daha geniş olduğundan on onbeş tane kadar kitap almıştı.
Aradığımız kitabı bulduk, ama benim okuduklarımdan anlayacak halim kalmamıştı!
Meğer karısı: “Artık gözün iyi görmüyor, okumaya başlayınca da uyukluyorsun. Lazım oldukça getirir bir ikisini okursun. Kaldır şimdi şu kitapları evin içinden de elime dolaşmasınlar”, demiş. Adamcağız da ne yapsın? Büküp boynunu toplamış kitaplarının çoğunu, bodruma taşımış. Bir kısmını da, bazen gündüzleri yattığı bu odaya; büyük bir hevesle satın alıp, fazla elektrik yaktığı için artık kullanmadıkları derin dondurucunun içine koymuş!..
Bundan sonrasına ben devam etmeyeyim artık yazının. İsteyen gülsün, isteyen ağlasın!.. Fakat herkes; özellikle kitap, kitaplık, kütüphane, lüzumlu veya lüzumsuz alınan mallar ve ürünler hakkında… Ve insanların kitaplara bakış açısı hakkında (çok değil) azıcık düşünsün!..
Kıymetli olanları saklamak bile iyidir aslında.
Ama biliyor musunuz; kitaplar yine de okunsun diye basılıyor!
Stop
Muammer Erkul
16 Aralık 2005 Cuma