Çoğu arabanın dikiz aynasına küçük resimler takılıdır…
Asker olmuş bir delikanlının resmi; iki üç dişiyle sırıtan bir bebeğin resmi; veya yavuklunun (mümkün olduğunca küçüğünden seçilmiş) resmi…
Resimler, arabaların dikiz aynalarında takılıdır. Çünkü göğüs cebinde taşınan resimleri çıkartıp bakmak zordur, hele ki cüzdanda saklananları…
Her şoför, her üç nefeste bir; dikiz aynasına bakar!
Şoför olmayanlar tam anlamayacak bu sözümü; ama, çoğu şoförün evi gibidir arabası ve canı gibidir camı, aynası!..
Üç nefeste bir bakar şoförler aynaya…
Ve hatta, şoför olanlar; aynasına, üç nefeste bir bakanlardır!
Dikiz aynaları; yüzü önüne dönükken, ardını gösterir insanın…
Ve aynalar; kendisiyle beraber, kendinde olanı da gösterir…
Aynaya bakmak;
‘Ben’de seni görmektir!..
Umarım doğru yazabilirim; İmpala, Chevrolet, Plymouth, Dodge gibi eski, büyük, tank gibi Amerikan arabaları (öyle derlerdi) toplardı bizi okula giderken. Tam ücret almazlar, ama topumuzu birden doldururlar; bizler de çanta, çocuk, palto, gocuk cümbür cemaat tıkışırdık dolmuşa. Şoför amcalar da bizim hatırımıza Beykoz Korusuna doğru vurur, yokuşun üstüne, okulun kapısına kadar çıkarlardı…
Bu arabalar renk renkti o zamanlar; hepsi sarı değildi. Camların altından geçen sarı-siyah kutucuklardan oluşmuş damalı şeritlerden tanırdık taksi-dolmuşları.
Özellikle de o zamanın vasıtaları sahibiyle özdeşleşmişti; kestanenin kurdu veya gece bekçisinin üniforması gibi! Ama… Her arabada birer dikiz aynası vardı ve her dikiz aynasında bir iki ufak resim.
-Bu kimin resmi Dursun Amca? Diye sorardık.
-Pizum torunin, diye cevap verirdi.
Başka birine sorardık:
-Amca, bu kim?..
-Oğlum… Askerde. Kıbrıs’a aldılar şimdi… Sonra bir daha göz atardı ve, içini çekerek;
-Çok özledim keratayı be, derdi. Gelse de, bazı günler dinlendirse beni…
En komiği ise, diğerleriydi:
-Hişt, abi ya; aynandaki kimin resmi?..
Bunlar da bir âlemdi yani. Hem sorulmasından hoşlanırlar, hem de sorduğumuz için kızarlardı bize!.. Bir gün birbirimizi dürtüklemiştik; kimse sormamıştı da şoför abi tekrar tekrar düzeltmiş, yerleştirmişti resmi…
-Bugün bir derdiniz mi var, diye sormuştu ineceğimiz zaman.
-İmtihan dönemi, diye cevap vermiş ama indikten sonra da bol bol gülüşmüştük. Halbuki, sorsaydık;
-Abi ya, şu aynadaki kız kim? Deseydik, adımız gibi biliyorduk ki, gene;
-Size ne oo’lum, büyünce öğrenirsiniz, diyecekti!
Bilirdik şoför abilerin her üç nefesin birinde dikiz aynalarına baktıklarını. Aynalara baktıkça sevdikleriyle göz göze geldiklerini. Ve bu bakışmaların, sanki ekmeklerine katık olduklarını bilirdik…
Ve bilirdik ki; yolları dolanır onların bazen, başları dumanlanır… Çukurla, çamurla; yolcuyla, polisle; sıcakla, soğukla; iyiyle, kötüyle; hırlıyla, hırsızla; geceyle, gündüzle uğraşır, didinirler…
Bilirdik ve onlar da bilirdi ki; her üç nefesin birinde dikiz aynasına bakılır ve fırsat varsa, durum müsaitse gülümsenirdi… Ama olmazdı bazen, olamazdı!.. İşte böyle hallerde, yani her üç nefesten birinde aynaya bakamamalarının; “dikiz aynalarındakileri unuttukları” anlamına gelmediğini… Hele hele “sevmedikleri” anlamına gelmediğini de bilirdik…
Biraz beklemek lazım, derlerdi…
Azıcık sabır; yakında sisler dağılır!
Yani… Seni unuttuğumu, düşündüğün günler; unutmadığımı bil…
Seni sevmediğimi zannettiğinde dahi sevdiğimi hisset!
Stop
Muammer Erkul
01 Aralık 2005 Perşembe