Kooskocaman bir ovanın ortasında peyda olmuş…
Minicik yapraklarımla bastırıp, yerden destek alarak…
Belimi biraz daha topraktan çekmeye…
Başımı kaldırarak biraz daha, biraz daha yukarı uzatmaya çalışıyordum…
Baktım, oradaydı… Ve;
"Hey, ordasın!..
Gördüm seni ve sen de bana benziyorsun" bakışları vardı gözlerinde.
Kooskocaman bir ovanın ortasındaydık şimdi;
Ve şimdi, yalnız değildik artık…
Birbirimizin gözleriyle de bakıyor gibiydik birbirimize. Böylece hem, sanki kendi gözlerimizle kendimizi görebiliyor ve hem de; arkamızda kaldığı için yalnızken göremeyeceklerimizden de haberdar oluyorduk.
İkimiz birden; acaba bize benzeyen başka fidanlar da çıkmış mıydı topraktan, diye aranıyorduk!
Şu ufuktan o ufka doğru koşan bütün atların, toprağa nasıl nal vurmuş olduğunun da farkındaydık; birer utanç kundağı gibi, yırtılmış çarıklara ve erimiş postallara girmiş yorgun ayakların, uzak kıtalardan bu beldelere doğru ağıır ağır sürüklenişinin acısını da duyuyorduk.
İşte o adımlar hâlâ bizi eziyordu aslında…
Ve hatta o her adımın, sanki birer kızıl kor değdirilmiş gibi, nokta nokta içimizi közlediğini hissediyorduk!
Bütün kıtalardan gelip bütün kıtalara doğru savrulan bütün rüzgârlar tepemizden geçiyordu…
Biz, kooskocaman bir ovanın ortasında ama bir büyük medeniyetin harman yeri olan… Ve dedelerimizin toprağa karıştığı yerde, toprağa çıkmaya çalışıyorduk ve önce birer fidan olmaya çalışıyorduk ve sonra birer çınar ağacı olabilmeyi umuyorduk!..
Bütün aşk şarkılarını bir kenara itmiştik ama en büyük sevdanın türküsünü içimize çekmiştik!
Ateş soluyuşumuz işte bundandı!
Mürekkebimizin, değdiği kâğıtları yakması da bundandı…
Girdiği gönülde kalması da bundandı!
Bütün aşk şarkıları az geliyordu bize;
Çünkü sevda türkümüz, zaten içimizdeydi!
Tam 25 yıl önceydi.
Son sivilcesini parmağıyla kendi içine bastırmış olan bir çocuk;
..son bıyık teli, dudağının hangi yanından çıkacağına karar verememiş bir arkadaşının yanına koştu…
Elinde mücellitten şimdi alınmış, ve hatta henüz kapağı bile takılmamış bir kitap vardı…
Kapaksız kitabı, küçük masanın üzerine koydular;
Ve yeni doğmuş, zıbınsız bir bebeğe bakar gibi heyecanlı ve şaşkın ve sevinçli ve işte öyle duygularla baktılar, sevdiler, sevindiler…
"Sevmek ölmekle başlar" idi ismi, kitabın!
Sanki "ölür gibi" sevmekle ve sevinmekle başlamıştı hayatına…
Ve yirmibeş yılda tam yirmibeş kere, yeniden doğdu…
Okuduğunuz yazı;
Kardeşim Murat Başaran’ın, "Sevmek Ölmekle Başlar" isimli kitabının yirmibeşinci (25.) baskısını sizlere takdimimdir.
Muammer Erkul
artıStop / 11 Aralık 2012 Salı
www.muammererkul.com
.
.
Maşallah dostluğunuza…
Maşallah SEVMEK ÖLMEKLE BAŞLAR isimli kitaba…
Maşallah sevmek ölmekle başlar diyenlere…
Maşallah bu satırları yazana, yazdırana…
Ellerinize, gönlünüze sağlık…
Ayşe
Bu satırlar Murat Başaran’a mı yazılmış?
Ne kadar şanslısınız sayın Başaran.
Bu devirde birbirinin arkasını kıskanmadan kollayan dostlara zor rastlanıyor… Başarıyı tebrik etmek bile yürek istiyor.
Sadık
🙂 Bende ilk baskısı var.
Üzerinde kalp olan kitap kapağının değişip değişmediğini bilmiyorum ama 25 sene geçmişse üzerinden demek ki ben de yaşlanmışım ahhhh…
SNO
[quote name=”Sadık”]Bu satırlar Murat Başaran’a mı yazılmış?
Ne kadar şanslısınız sayın Başaran.
Bu devirde birbirinin arkasını kıskanmadan kollayan dostlara zor rastlanıyor… Başarıyı tebrik etmek bile yürek istiyor.
Sadık[/quote]
🙂 Sadık Bey,
Biz zaten bu devirden değiliz ki…
Selamlar…
Murat