Düşmemiş yağmur damlası [28 Haziran 2001 Perşembe]

 



Düşmemiş yağmur damlası

Husule gelmiş; Ama orda… Bir bulutun “hayalden beden”ine tutunmuş… Ve bırakmak için ellerini en küçük ısı farkını bekleyen, düşmemiş bir yağmur damlası gibi bakıyordun ya bana;
Pırıl pırıl titreyerek!.. 

Hani koşuyordum ya, yağmur altında sırılsıklam; ve bir yandan da ağırlaşan giysilerimden kurtulmaya çalışarak…
Hani seni görmeye çalışıyordum ya zaten, yere düştüğümde;
Başım havadaydı, gözüm yukarıdaydı, ve canım avucumdaydı hani!..

Ve hani, çıplak tenime kezzap gibi düşüyordu ya her bir damla!..

Ben; bulutlarından sevdalar dökülen… Ben, her yağmurda, üzerimize toprak kokusu yağan bir Mayıs güzeli şehirde yaşıyordum…

Ben; yüreğimde seni ısıtıyordum senden öğrendiğim gibi, üşüdüğün zaman…
Ben; yudum yudum tüketmeye kıyamadığımdan seni, çayımda seni soğutuyordum!..

Ben; her damlayı yakalamak için çılgınlar gibi koştuğum sokaklarında, üzerime sevdalar yağan bir şehirde yaşıyordum…
Sen ise pırıl pırıl titreyerek bana bakıyordun; husule gelmiş, ama henüz düşmemiş bir yağmur damlası gibi…

Ben o gün hep seni, hep seni anlatmaya karar veriyor, ama bunca yıl seni hiç anlatmamış, anlatamamış olduğumu fark ediyordum…
Yani bana, seni yakalamak için, yine yağmurların altında düşe kalka koşmak düşüyor…

——————————————————

Silahtaki mermiler

“-Demek hovardalık yallarını tanımış… Demek bizim gelinle de küsüşüyorlarmış arada bir bu yüzden… Demek…”
Elimi sıktı, sordu:
-Yoruldun mu?..
-Hayır!
-İyi, geldik zaten…

Ben saldırır sandım, ama bahçeye girişimizden köpek bile korkup kenara çekildi… Ve dedem ansızın bahçeyi inletti:
-Çık dışarııı!
Pencerede gördüm başını, sonra atlayıp hayattan yanımıza geldi. Belki elini öpecekti ama, “dur biraz, şimdi işimiz var” gibi bir hareket yaptı…
-Sen de çık gelin kızııım…
O da çıktı, üzgündü. Yeni tartıştıkları belliydi ki bizim duyduğumuz doğruymuş demek…

Genç adama döndü dedem;
-Silahını ver!..
Bu öyle bir noktaydı ki!.. Uzun uzun susuştular ve göz göze konuştular!..
Silahı eline alınca;
-Mermilerini de ver, dedi dedem.
-Hepsi içinde, dedi adam.

Pimi çekti ve tabancanın topunu açtı dedem. İçine baktıktan sonra “şlakt” diye kapattı tekrar.
Getirip gelinin eline verdi silahı. Bileğinden tutup, kendi ayaklarının dibine doğrulttu ve “sıkmasını” istedi.
Sıkmadı, veya sıkamadı gelin. Emreder gibi tekrarladı dedem yeniden:
-Sık mermiyi!.
“Pat!..”
-Bir daha!
“Pat!..”
-Hepsini sık!
“Pat, pat, pat!..”
-Aç da kendin bak şimdi içine…
-Hepsi yanmış, dedi gelin.
-İyi o zaman… Götür de ver kocana şimdi silahını.

Az bekleyince, kolundan tuttu ve götürdü yanına kadar;
-Al!.. Dedi. Aldı adam…
-Vur şimdi birini!..
-Ne?..
-Ateş et birine!.. Bir insana, bir hayvana veya bir şeye ateş et, haydi!.. Vur birimizi!..
-Silahım boş baksana dede, dedi adam…
Nasıl ateş edeyim ki?..

Sonra yakınındaki gelinin iyice duyabileceği bir sesle:
-Silahı boş, dedi… Baksana ateş edemez artık… Silahı boş, ateş edemiyor… Silahı boş olunca ateş edemiyor”…
…..
Sonra kolumdan tuttu ve;
Hadi gidiyoruz, dedi bana… Anlamayan anlamaz zaten. Anlayan ise anlamıştır…
Aradan bir hayli zaman geçti ve bir daha onların kavga edip küstüklerini işitmedik biribirlerine…

——————————————————-

Günde 5 milyon gazete satmak
…ÇOK KOLAY!..


Bu iş gerçekten KOLAY; eğer hepimiz bunun ÇOK KOLAY olduğuna inanabilirsek…
Lütfen bunu kafanızın içinde taşıyın birazcık..
……..
Elimizdeki ürün ne olursa olsun, artılarıyla ve artılarıyla ve artılarıyla onu iyi tanımamız lazım…
Niye böyle?..
Çünkü karşılaştığımız herkeste, mutlaka bir olumsuz laf vardır bize karşı söyleyebileceği…
…her (eksi) karşılığında biz üç (artı) dökebilirsek, ortalığın rengi biraz daha “biz” gibi olur!..

Elimizdeki ürün ne olursa olsun, onu sunmak istediğimiz zaman, televizyon reklamları bize büyük güç katar…
Ama… Ama İŞİ İNSANLAR BİTİRİR!..
Yani;
Toprağı yağmur yumuşatır;
Fidanı “insan” diker…


Stop
Muammer Erkul
28 Haziran 2001 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir