Dünden…
Sizi bilmiyorum, ama ben Osmanlı hakkında hiç de iyi şeyler öğrenerek başlamadım okula…
Henüz ilkokulun birinci ve ikinci yıllarında pestilimiz çıkana kadar güzel yazı defterlerimize Osmanlı Tarihi kaydettirilmişti. Ama ne Osmanlı!.. Cahil, gerici, ilim düşmanı, zalim, korkak, hain… Daha akla gelebilen ne kadar olumsuzluk varsa o zamanın çocukları olan bizlerin saf mermer plakalara benzeyen zihinlerimize kazınmıştı adeta.
Kütüphanesi var mıydı bilmiyorum, ama iki sene kaldığımız o yerde, büyük abilerden birinin zilini elinde sallayarak çaldığı bir ilkokuldu okuduğumuz.
Bir çok arkadaşımız (ve belki aynı dönemin çocuğu) o zaman defterlerimize itinayla yazdığımız “bilgi”lerin gerçek olduğuna inanmaktadır hâlâ!
Yazık.
İyi ki; “Bu kadar da olmaz” demek gelebilmiş aklıma, henüz öğretenlerin bacağı kadarken boyum…
İyi ki içimde bir isyancık filizlenmiş fıtratıma aykırı olarak.
İyi ki küçücük bir soru işareti koyabilmek gelmiş
aklıma, öğrendiklerimin sonuna…
İyi ki.
Geçenlerde yayınlanan bir (haber) yazı vardı Sabancı’nın Altın Harfler sergisiyle alakalı. Ne kadar mühimdi o benim için. Yok kabul edilen bir dönemin, ABD’lilerce ayakta alkışlanan eserleri…
Size bu gün de “olmayan” bir zaman diliminden rakamlar vermek istiyorum. Osmanlı’nın dört-beş yüz yıl vatan tuttuğu topraklardan rakamlar. Varın bugün ile karşılaştırmalarını siz kendiniz yapın.
1600’lü yılların ikinci yarısı…
Belgrad.
Nüfus: 150.000.
Cami ve mescid sayısı: 222.
Mektep (Türk İlkokulu) sayısı: 270.
Medrese (Orta dereceli okul) sayısı: 17.
Ayrıca 17 tekke, 160 saray ve konak, 26 çeşme, 600 umumi sokak musluğu var…
Bosnasaray.
Nüfus: 170.000.
Cami ve mescid sayısı: 170.
Mektep sayısı: 180.
Medrese (biri üniversite dereceli) sayısı: 18.
Ayrıca 47 tekke, 100 kadar çeşme, 300 kadar sebil, 23 ticaret hanı, 3 kervansaray, 8 yolcu hanı, 5 çarşı, bir bedestan yani mücevher çarşısı, hamamlı 670 konak, 7 köprü…
Bu muntazam rakamlar diğer şehirlerde de mevcut…
Cami veya okul sayısına bakıp, şehrin nüfusunu tahmin etmek mümkün. Veya nüfusu öğrenip, şehrin mekteplerini tahmin etmek zor değil…
Kıyaslıyor musunuz?
Değerli tarihçimiz Yılmaz Öztuna’nın Rumeli’ni Kaybımız isimli kitabından aldığım Edirne ile ilgili bilgileri de verip sizi vicdanınızla başbaşa bırakacağım:
“Ancak Türklüğün Balkanlar’daki göstergesi Edirne’dir. Büyük Edirne, Balkanlar’daki Türk hakimiyeti’nin mükemmelliğini, küçülmüş Edirne ise en dar sınırlara itilmişliği sembolleştirir. 1669 yılında Edirne’de 160 mahalle, 300 kadar cami ve mescit, bazıları yüksek tahsil veren 24 medrese, 220 mektep, 6.000 dükkan, 28 kütüphane, 32 umumi hamam, 53 kervansaray, 53 ticaret hanı, 8 kagir ve 5 ahşap köprü bulunuyordu.
Edirne’deki padişah sarayı, Topkapı Sarayı’ndan büyüktü. 1700’de Edirne 350.000 nüfusuyla Avrupa’nın İstanbul, Paris ve Londra’dan sonra 4. şehri idi…
…Edirne’nin tarihi boyunca düştüğü minimum nüfus, 1945 sayımında görülen 29.000’dir.”
Eskiden duyardım; eskiden olanları öğrenmek ne fayda sağlar ki, önemli olan şimdidir, denirdi…
Kısmen doğru… Ama dün bizler bunları biliyor olsaydık, “elimizde bir kıyasolacağından” bugünü belki biraz daha farklı noktaya getirebilirdik.
Aşılacak ölçülerimiz olurdu önümüzde.
Karanlık ve hatta olmayan geçmişin köksüz fidanları olarak görmezdik kendimizi ve dünkü devlet ve devletçiklerin şehirlerine ve insanlarına imrenip durmazdık.
Ve hatta dünya insanlarına kafi gelen parıltılı mazimizin ışığı bize bile yeterdi!
———————————————————
Nihal
15-Ekim-1999
22:35:47
İbrahim Amca öldü.
(Allah rahmet eylesin, anlatır mısın?)
23:29:04
Akşam işten geldiğimde henüz ayaküstü bir fincan çay içeyim dedim. Elimde fincanım çok alakasız bir yerde, annem; “İ.Amca öldü”, dedi. Buz kestim, hala hiç bir şey…
…Hissetmiyorum. Yani birşeyler eksildi içimden. Ben onu seviyordum. Başkaları onun hakkında ne söylerse söylesin! Son konuşmamızda bana; “Kulaklarımda, aman ormancı…
…türküsünü söyleyen bir ses var.” Demişti. Bu son konuşmamız oldu. Ertesi gün ben işteyken hastaneye kaldırmışlar. Artık çadırkentimize gelemeyecek… Ne talihsizlik.
Ada
Kimden: Ayla oztopal
Tarih: 09 Ekim 1999 Cumartesi 11:47
Konu: Düşünmeye değer
Eski İspanyol haritacıların sevgilileri harita çizilirken, “benim için de bir ada çiz” derlermiş. İspanyol haritacısı da sevgilisi için gerçekte olmayan bir ada çizermiş. Eski İspanyol haritalarında böyle “sevgiliye armağan adacıklar” olurmuş. Kristof Kolomb bir deniz seferinde, haritadan anlayan bir İspanyol’a gemide suların azaldığını, haritada görülen şu adacıkta içme suyu bulunup bulunmadığını sorunca İspanyol gülümsemiş “efendim, o adanın varolduğunu sanmıyorum, onu çizen haritacı sevgilisine çizmiştir” demiş ve gerçek ortaya çıkmış.
Akşit Göktürk’ün “Edebiyatta Ada” yapıtını okuduğumda çok gülmüştüm. Sevgilisinden “Haritada bir ada” isteyen İspanyol kadını da, ona adayı armağan eden İspanyol haritacısı da ne güzel bir şey yapmışlar. İngiliz Kralı Edward sevdiği kadına bir “Krallık” armağan etmiştir de nice kadını heyecandan titretmiştir. Bayan Simpson için krallığından vazgeçmesi zamanının Leyla-Mecnun öyküsünü yaşatmıştır.
Çizecek haritası olmayanlar, vazgeçecek krallığı olmayanlar ne yapsın? Bütün bunlar sembol değil mi? Haftalardır görmediğimiz bir dosta kart göndermek aklımızdan bile geçmez. “Aynı kentteyiz, nasıl olsa yakınız” diye düşünürüz. Oysa değilizdir. İnsan insanı kaybediyor ve bulamıyor. Aynı kentte olsa da… Aynı semtte olsa da… Aynı evde olsa da… Sonra da soruyoruz… “Neyim var, ne oluyor, eksiklik ne?” Eksilen insan ve kendimiz. Bir haritaya bir ada çizip de “Bu senin adan” demeyi unutuyoruz.
Oysa, herkesin bir adası olabilir.
Denizler o kadar büyük ki. Duyguları unutuyoruz. Düşünceleri, sevgiyi, sözleri, dokunuşları, davranışları, dostluğu unutuyoruz. Vermeyi unutuyoruz. Kendimizi beklemeye alıştırıyoruz. Sonra da ne beklediğimizi unutuyoruz.
Eksiliyoruz. Neden eksildiğimizi bilmeden.
(Ayla Öztopal)
Stop
Muammer Erkul
19 Ekim 1999 Salı