Duygu Bahçemiz (18 NİSAN 18 KURŞUN – Pergin)

18 Nisan ve 18 kurşun!
Çocuktum henüz, büyümeye aday küçük bir kız çocuğu. Hayatın bana neler sunacağının farkında olmayacak kadar küçük yaştayım. Nerden bilirdim ki daha büyümeden takılıp düşeceğimi ve daha o yaşlarda canımı yakıp, içimi acıtacaklarını…

Evet, bir 18 Nisan günü ve 18 kurşun! Dışarıdan silah seslerini geliyor. Panik içinde herkes, bir koşuşturma, birden bir kalabalık ve insanların bana ve kardeşlerime sarılıp ağlaşmaları!
Farkında değilim yaşanılanların, sadece bakıyorum anlamsızca etrafa, bu kalabalık niye toplanmıştı bizim evimize? Düğünleri biliyordum. Eğlence, mutluluktu ama burada herkes çok üzgün ve ağlaşıyordu! Neler oluyor? İnsanlar bana bakıp niye ağlıyorlar ki!
Bilemezdim ki o kurşun seslerinin bizi canımızın tam ortasından vurup, bu gözyaşlarının bizim için aktığını, çocuk aklımla anlamaya çalışıyorum olup bitenleri, ama yetmiyor ki aklım olanları çözmeye, neler olduğunu bir türlü algılayamıyorum. Bazıları fısıltı şeklinde bize bakıp aralarında konuşuyorlar, ölmüş dediklerini duyuyorum. Anlamıyorum ki ölmek nedir… Neydi ki öldü demek! Ölüm neydi! Okulda öğretmişler miydi bana bu kelimenin anlamını! Ama hatırlamıyorum. Bilmiyordum, hissetmiyordum. Annem de çok ağlıyordu, sesini duyuyordum.

Sonra beni kalabalığın tam orta yerine götürdüler. Babam öylece yatıyordu bir sandığın içerisinde, gözleri kapalı, rengi sarıydı, uyuyordu babam, uyansın diye öptüm onu, üşümüştü sanki. Neden üzerine bir şey örtmüyordu annem, evimizde babamı sıcak tutacak her şey vardı. Ellerini ısıtmak istedim. Ama izin vermediler. Donup kaldım. Hislerim duygularım, her şeyim donmuştu sanki…
Ta ki babamı kazdıkları kuyu gibi bir yere koyduklarını görünceye kadar. Artık çığlık çığlığaydım… Babamı neden oraya bırakıyorlardı? Ne işi vardı ki orda! Neden bizimle gelmiyordu? Biliyordum ki oradan çıkamayacaktı. Herkes oradan çıkmasın diye toprak atıyordu üstüne, kızıyordum onlara, neden bunu yapıyorlardı! Ona gitmek istiyorum, ellerinden tutup onu oradan çıkarmak ve eve gitmek. Ama olmuyordu, bıraksalar ya babama gitsem. İnsanlar neden beni tutuyordu. Avaz avaz bağırıyordum. Babamı oraya koymayın diye, canımızın yarısını orda bırakıp nasıl eve giderdik, o bizimle gelmeliydi.

Suçun neydi ki? Öğretmen olmak mıydı! Nasıl kıydılar bize babacığım? Nasıl kıydılar sana, seni toprağa bizi sonsuz acıya nasıl boğdular. Henüz ben büyümemiştim ki seni bizden aldıklarında, emeklemeden yürümeyi, yürüyemeden koşmayı, en zoru ise sensizliği öğrettiler kafama vura vura. Biz üç masum çocuktuk ve hayat öğretmeden sınav etmişti, ben henüz büyümeye hazır olmayan bir abla! Okula bile başlamayan İki erkek kardeş ve biz, sensizdik artık. Elimden tutup ta kim götürecekti okula beni? Eve gelmiyordun ama belki okulundasındır diye kaç kez gittim sınıfına, sayısını hatırlamıyorum. Babam yok mu gelmedi mi diye, sorularıma kimseden cevap alamıyordum. Her olabileceğin yere gittiğimde ağlayarak çıkıyordum. Yoksun işte, yine gelmemişsin…
Öğrencilerin de çok üzgün, onların gözünün önünde okulunun bahçesinde vurmuşlar seni! Sınıfında başka bir Öğretmen’in oluşu şaşırtıyordu beni, senin yerini başka birisi almış, boşluğu doldurmuştu, ya bizim hayatımızda ki yerini kim dolduracaktı? Kim sen olacaktı?.. Sonradan anlayacaktım ki sen hep benim eksik yanım olacaktın ve ben hep eksik yaşayacaktım… Kabullenmek ne zordu… Hayatta bizi koruyan, kollayan, bize sahip çıkan biri yoktu artık. Takılmadan yürümek için çok erken olsa da, çocuk olmayı beceremeden büyümeyi becerdik. Sen gittin, sensizlik içler acısı, hayatsa yaşamaya mecbur olduğumuz bir gerçek.

İçim acıyor yine bugünlerde, yokluğunun yıldönümü ve her yıl olduğu gibi yine aynı günün acısı ve yine yaralarım aynı yerinden kanıyor… Sana sarılmak istiyorum. Ama sen yoksun. Ağlama nöbetlerim tutuyor yine, belli ki halen alışamamışım yokluğuna. Sanki narkozsuz ameliyat ediyorlar da, hiçbir ilaç, iğne uyuşturmuyor.

Bugün senin ölüm yıldönümün! Nasıl geçti onca sene sensiz ve daha ne kadar sensizliğe mahkûmuz. Sen mi bizden uzaklaşıyorsun? Biz mi sana yaklaşıyoruz! Yokluğun ömrümden daha uzun sürdü sanki. Yıllar geçmesine rağmen, ben seni hep yanımdaymışsın gibi hatırlıyorum. Seni sevmenin ne olduğunu anlamaya başlamadan, birileri yokluğunu öğretti bana. Ne kolay söylediler: "Baban öldü, artık gelmeyecek!.." Oysa ben her şeyimi kaybetmişim. Kaybetmenin de ne olduğunu bilmeyecek kadar çocuk yaşta, Benim o zamanki küçük masum yüreğimdeki derdim. Bayramlığımı kim alacaktı? Beni okula elimden tutup kim götürecekti? Sonraları anladım ki, keşke hiç bayramlık giymeseydim de, her bayram sabahında uyandığımda elini öpebileceğim babam olsaydı yanımda. Sen olsaydın; hayat daha kolay olacak, ben daha güçlü-cesaretli olacaktım.
Sen olsaydın; benim yanımda dağ gibi güçlü bir babam olacak sol yanım acımayacak ve hayat bu denli zor olup, yormayacaktı…

Babacığım, senden sonra ve hep yokluğunda seni arıyor, seni özlüyor ve seni halen o bizden gittiğin günkü gibi çok seviyorum…

Pergin

12 yorum

  1. 12 Eylül öncesi devrimciler tarafından okulun bahçesinde kalleşce vurularak öldürülen Hocamı Rahmetle anıyorum.
    Ruhun şaad mekanın cennet olsun.

  2. Bir gidiş ve ardından birsürü yarım bırakılmış hayat… Sonrası mı?.. Yarıdan başlayan yeni nefesler ama soluğu tam içine çekemeyen…
    Sen ve senin gidişinde boğulurken bize nefes olan 3 kişi… Sizi çok seviyorum…

  3. Eli kırılasılar tarafından öğretmenlere sıkılan kurşunlar…
    Sonrasında PKK terör örgütünce de az öğretmen kırılmadı…
    Öğretmen’e niye kalkar el, “öğretemesin” diye mi?
    Onlar şehit oldu inşallah, ruhları şâd olsun. Geride gözü yaşlı aileler kaldı… Mevlam hepsinin (hepinizin sevgili Pergin) yardımcısı olsun…
    O hainlere, zalimlere ise, iki cihanda da peşlerini bırakmayacak “ah”lar kaldı!

    Hicran Seçkin

  4. Kim derdi ki, Baharın geldiği, çiçeklerin yeni yeni açmaya başladığı ve doğadaki herşeyin canlanıp, nefes aldığı günlerde birleri o hayatlardan birini yok edecekti.
    O kahbe kurşunu sıkan eller kendi kafasına sıkması gerekirken hala nefes alıyor ve hala aramızda dolaşıyor… Kaç cana kıydık, kaç masumu katlettik, kaç ocak söndürdük hakkımız olmadan. Saçma bir dava uğruna nasıl bedeller ödedik. Kim hesabını verecek yaşanılanların, kimler acısını çekecek. Kahrolsun bu sistem, sen sevdiğini kaybedersin görmezden gelinir ama onu kaybetmemize sebep olanlara hizmet edilir.
    Kaç sene geçti, çocuktuk büyüdük, yeni hayatlar kurduk ama gidenin acısı hep aynı. Zaman yetmemişti boşlukların dolmasına yada o boşluğu dolduracak kimse olmadı Pergin’in hayatında. Bilirim ki sen ne kadar eksiksen o kadar başka hayatlara yer açtın ve başka gönüllerdeki yerin hep büyük oldu. Bilirim Babanı geri getiremeyiz, o boşluğu doluramayız ama bil ve hisset, küçücük yüreğimde kocaman, sonsuzluk kadar yerin var.

  5. Muhsin Hocam Mekanın Cennet olsun Ruhun şad olsun geride kalan ailene ALLAH sabırlar versin. Bir bahar günü kuşlar gibi şehit olarak uçtun gittin. ALLAH’ın rahmetina kavuştun ne mutlu sana ki şehitler mertebesine ulaştın. Geride seni unutmayan hayırlı evlatlar bıraktın biliyorum ki sen oradan evletlarını görüyor ve huzurlu bir şekilde cennetteki ebedi yerinde etrafında hurilerle beraber Cenabı ALLAH’ın sana vermiş olduğu Cennet nimetlerinden faydalanıyorsun. Kabrin her zaman nurla dolsun.

  6. O benim dayımdı. Çocukluğumda hatırladığım duruşuyla ve davranışıyla örnek bir insandı. Neden neden? İnsanlar bu kadar acımasız. Başkasına zararı yokken gelecekte topluma faydalı insanların yetiştirilmesinde katkıda bulunacak insanı bir kahpe kurşunla yok etmek. Pergin’ciğim seni çok iyi anlıyorum. Nur içinde yatsın.

  7. İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini, ne yazacağını bilemiyor, neticede baba denildi mi akan sular duruyor ve babasızlığın acısı yenileniyor, tek diyeceğim Allah sabrınızı korusun ve bundan sonra inş. en güzel günler ve tüm mutluluklar sizlerle olsun, acizane duygularımı karalamaktan başka elden birşey gelmiyor.

    Biliyorum sığmaz duyguların öyle üç beş mısraya,
    Anlatmak istiyorsun beklide cümle cihana,
    Ellerini aç dualarını haykır yüce Mevlaya,
    Başka da elden bir şey gelmiyor abla…

    Acıyı acıyla kavrulan yaşayan bilir,
    Ciğeri her gün baba hasretiyle yanan bilir,
    Kahpe kurşunlar, kıyamette dile gelir,
    Üç miniğin elleri kıyamette yakalarında abla…

    Duyguları esir ettiler acımadılar,
    Sandılar ki vatan kurtuldu, yalancılar,
    Oyuna geldiler üç beş kudurmuş zavallılar,
    Sıkmadan önce keşke gözlerinize baksaydılar…

  8. ÖLÜMÜN YÜREĞİMİZDE KOCA BİR YARA AÇTI SİZİ ÇOK SEVDİĞİMİZİ GEÇ ANLADIK.
    RABBİM SENİ PEYGAMBERİMİZE KOMŞU EYLESİN.
    HAKKINIZI HELAL EDERSİNİZ İNŞAALLAH SEVGİLİ MUHSİN HOCAM…

  9. Ne denmesi ne yazılması gerektiğini bilemiyorum… Çünkü ne denirse ne yazılırsa yazılsın kifayetsiz kalır… Ama şundan eminim ki gidenlerin yeri dolmuyor… Hakikat çok önemlidir. Hakikatli çocuklar yetiştirirken yarım kalması… Ailenin pusulası olmayan bir kaptan gibi kalması… Çok acı.
    Mekanı cennet olsun…

  10. Anlatılması en zor bir durumu, en samimi ve en duygulu cümlelerle anlatmışsın güzel ablacığım… Her an gelecekmiş gibi bekliyorum ben hala… Ve en kötüsü gelmeyeceğini bile bile… Gönlümüz hep vuslat mevsiminde… Bitmeyen bir mevsim bu… Burada değil ama vuslatımız ahirette olacak inşallah ablacığım…

  11. Gidişinle mahsun kalan yürekler, gözü yaşlı çocuklar…
    Halen yeri doldurulamayan boşluklar…
    Rabbim mükafatınızı ahirette verir inşallah.

  12. Sevgili Hocam’ın gidişiyle köyünde, o yıl doğan bütün erkek çocukların isimlerinin Muhsin verildiğini herkes bilir.
    Sözün bittiği yer olsa gerek…
    Allah rahmet eylesin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir