Aradığın şey, bulduğun şeylerden hep daha zor ve daha geç girer hayatına.
Aradığın şey uzaktır…
Bazen imkansızdır…
Çölde su ararsın bazen; evet bu imkansıza yakındır ama bazen de her gün karşısında olan, masanın üstünde baş köşeye oturttuğun kocaman kalemliğinde bir kalem ararsın mesela…
Bütün kalemler görünür de sana, aradığın kalem bir türlü ortaya çıkmaz. Mecbur, dökersin kalemliği masanın üzerine. Aradığın kalemi çıkarıp aralarından koyarken boş sayfalarının üzerine, gerisini de koyarsın yeniden kalemliğine.
Bir kıyafet ararsın dolabında. Önce 3-5 askı atlayarak bakarsın, bulamazsın. Sonra düşürürsün askıdan askıya atlama sayısını. O kadar askının içinden hep atladığın askının üstünde asılıdır aradığın, hep geç bulursun.
Bir kitapta bir cümle ararken, bir dosyada bir belge ararken, raflarda baharat ararken hep en son çıkar aradığın şey karşına. Şeytan mı saklar ki acaba aradıklarını? Ondan mı derler “Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi” diye… Eğer böyleyse zamanımızı çalmak mıdır istediği ya da dalga geçmek mi bizimle? İnsanları da saklar mı şeytan?
Aradığımız insan da hep en son çıkar ya karşımıza…
“Aradığım erkeği/kadını sonunda buldum” deriz hep. Sonunda…
Daha yolun en başında bulunmaz mı hiç aradığımız insan? Bir sürü insan tanırız önce, seçemeyiz aradığımızı bu tanıdıkların arasından. Tıpkı kalemliği döktüğümüz gibi dökeriz tüm insanları masaya. Aradığımızı buluruz bulmasına da o kalemler de hep bizimle kalır işin sonunda. Yok edemeyiz. “Aradığımı buldum, geçmişi sildim artık!” diyemeyiz. Demek isteriz de elimizden gelmez hiç yok etmek. Ve aradığımız kalemi bulup başladığımızda bir güzel hikaye yazmaya kalemlikteki diğer kalemler hep çarpar gözümüze.
Renkleri, sesleri, kelimeleri farklı olan diğer kalemler sanki hüzünle bakarlar yüzümüze.
Hatta bazen aradığımız kalem tekler, bir süre yazamaz olur.
Elimiz usulca uzanır kalemliğe başka bir kalemle devam ederiz yazmaya. Mürekkebi başka olsa da hikayeyi sürdürmek isteriz, gözümüz esas kalemde kala kala.
Kimimiz kaldırıp atar esas kalemi; yazmıyor artık, diye! Kimimiz hikayenin bir kısmını başka mürekkeplerle yazdıktan sonra bir türlü alışamadığını fark edip esas kalemin de dinlenmiş olduğunu varsayıp alır eline. Bazen yazar esas kalem eskisi gibi bazen susar mürekkebi.
Bu durumu bazılarımız son şans olarak görür ve atar esas kalemi çöpe.
Diğerlerine alışmak zorundadır artık!..
Bazılarımızsa pes etmez hiç…
İçini açar kalemin, mürekkebini çeker, içine düzeltmeye çalışır.
Aradığımız şeyler, bulmak istediğimiz şeyler, bir hikayenin içinde adı geçsin istediğimiz şeyler, eşyalar, duygular, insanlar, kelimeler hep en zor ve en geç çıkar karşımıza.
Sona kalırlar hep.
Belki bu yüzden çok acı yüklenmek zorunda kalırlar. Belki bu yüzden biter mürekkepleri, tükenir sözcükleri, yorulur bedenleri ve giderler.
“Başka mürekkeplerle devam et!” derler…
Zeynep Nur Suruç
tebrik ederiz Zeynep Hanım.