Son iki gündür yeni bir kitap okumaya başladım. Kitap derken belirteyim okuduğum kitapların çoğunluğu romanlardan oluşur. Malesef diğer araştırma ve benzeri kitapları okuyamıyorum. Çok çabuk sıkılıyorum. Zaten okuduğum romanlarda da eğer yoruma girdiyse ve konuşma metni kalmadıysa hemen atlıyorum.
Neyse mevzuya dönersek. Romanın ismi İmaparatorluğun Son Akşamı ve Kuşcubaşı Eşref’i anlatıyor. Kurtlar Vadisi dizisi sayesinde neredeyse öğrenmeyenimiz kalmadı Kuşcu Eşref’i ama bir kere daha bahsedeyim. Kuşcubaşı Eşref, bu günkü MİT’in ilk hali olan ve Cumhuriyetten önce kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusudur. Yani MİT’in kurucusu diyebiliriz. Çünkü Teşkilat-ı Mahsusa’da İttihat Terakki Parti’sinin kontrolünde kurduruldu. Bu kuruluş zamanı ise Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden sonradır. Bilenlerin aklına gelebilir Abdülhamid Han’ın o meşhur istihbarat teşkilatı vardı. Yeniden bir teşkilat kurmaya ne gerek diye. Sebebi şu Abdülhamid Han’ın teşkilatı tamamen kendi kontrolündeydi. Ne demişler kontrülsüz güç güç değildir. Bu sebeple yeni bir oluşum için girdiler.
Kuşcubaşı Eşref ise siyasetten anlamayan, konuştuğu dümdüz konuşan ve yalandan dolandan anlamayan birisi. Çok hareketli ve dikine gitmeye seven bir yapısı var. Kendisini vatan ve hürriyet aşığı olarak görüyor ama bence gençlikteki Abdülhamid Han’a karşı olan şahsi meseleleri onu buralara kadar taşımıştır. Ayrıca aşırı derecede Abdülhamid düşmanı ve İttihat Terakki yandaşı. Zaten Abdülhamid Han’ın indirilmesi için yapılan çalışmalarda kendisi de baş rolde olmuştur. Hatta ilk Arabistan çöllerinde başlar Abdülhamid Han’a isyanı kuşcubaşı’nın. Ama hürriyetçi fikirleri lise çağlarında şekillenmiştir. Hatta bu düşünceleri sebebiyle İstanbul’dan Edirne Askeri Lisesi’ne sürülmüştür.
Kuşcubaşı Gerek Abdülhamid Han’ı tahttan indirme çalışmalarında gerekse de sonraki Teşkilat-ı Mahsusa dönemlerinde Mustafa Kemal, Mehmet Akif, Fuat (Bulca), Deli Fuat Paşa’nın çocukları Halid, Hayrettin, Çerkez Ethem’in ağabeyi Reşit Bey, Enver Paşa ve Doktor Nazım (Kominizm akımının ilklerinden) gibi kimselerle birlikte hareket etmiştir. Hatta kendisi bunlara dostlarım diye hitap etmektedir. Babası ise Abdülhamid Han’ın sadık kullarından birisi olduğunu düşündüğümüz Mustafa Nuri Efendi idi.
Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra Enver Paşa istihbaratsız bir devlet olmayacağını anladılar ve Kuşcubaşı burada devreye giriverdi. Zaten kendiliğinden ufak ufak bazı hazırlıklarda olan Kuşcubaşı, Enver Paşa’nın da desteğini alınca Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurmuş oldu. Yalnız şunu unutmamak lazım. Bu teşkilat devlete değil Enver Paşa’ya karşı sorumluydu ve bağlılıkları tamamen ona karşıydı.
Neyse biz konuyu dağıtmayalım. Romanda bu bilgiler zaten güzel bir şekilde anlatılmış. Dahası Sabataycılardan ve Sultan’ı devirmek için İttihat Terrakki ile yaptıkları birlikteliklerinden bile bahsedilmiş Benim bahsetmek istediğim şey ise Kuşcubaşı’nın hain damgasıyla ölmeden önce yazar tarafından tasvir edilen düşünceleri. Bir bölümdeki düşünceler dikkatimi çekti ve sizinle de paylaşmak istedim. Orada ne yazıyorsa kelimesi kelimesine paylaşarak yazıyı sonlandıracağım.
İmparatorluğun Son Akşamı – Kuşcubaşı Eşref / Sayfa 14 İlk paragraf
"İmparatorluğun çökmesiyle birlikte kendisi de artık mağluplar tarafındaydı. Cumhuriyeti kuran kadro en yakın arkadaşlarından (Yukarıda Bahsettik) oluşuyordu; ama zamanın şartları, oyunun kurallarını da yeniden şekillendirmişti. Yeni rejim için sakıncalı olduğu kabul edilen yüz elli kişi arasında onun da ismi vardı. Aslında bunu çok da önemsemiyordu. Taif Kalesi’ne sürgüne giderken sohbet ettiği yaşlı zabitin sözlerini hiç unutmamıştı. <İktidar hiçbir zaman şerik kabul etmez.> Bütün pişmanlıklarına rağmen vazifesini tam yapmış olmanın iç huzurunu taşıyordu. Vücudunda, devleti ve milleti için gittiği görevlerden aldığı yaralar ve onlarca kırık kemik vardı ama bir hain olarak ölecekti. Kendi çocuğu gibi üzerine titrediği Teşkilat, yeni ismi ve kimliğiyle (MİT) onu takip ediyordu. Doksan iki yıl… Şimdi ölüm, soğuk nefesiyle bütün bedenini sarsıyordu. Onu kendine hiç bu kadar yakın hissetmemişti. Zihni bu karmaşanın içinde çırpınırken elindeki kibriti çaktı… Sandığı ateşe verdi. İç huzur yüzüne da yansımıştı savaşçının. Gözlerini gururla kapladı. Bu sırada çatlamış dudaklarından fısıltı halinde dökülen cümleler bir İmparatorluğun kaderini özetliyordu. <Anladım ki bir ülkeyi sevmekle onu korumak farklı şeymiş.>."
Not: Roman Timaş yayınları tarafından çıkartılmıştır. Romanda geçen bazı noktalar Başbakanlarımızdan Rauf Orbay’ın ayrıca Mehmet Niyazi Bey’in görüşlerinden esinlenerek yazılmıştır.
Saygı ve sevgilerimle,
Mehmet Fatih Oruç
Diğer mühim bilgilerle birlikte, roman yazmakla ilgili de bazı püf noktaları almış olduk biz bu kitap yorumundan. Bir romanın “tamamının” M.Fatih Oruç tarafından da okunabilmesi içiiin, romancı zat merâmını mümkün mertebe konuşma metinleri içinde anlatmaya çalışmalıymış demek ki… Yoksa yazarın peşrevi, yoruma girip esip gürlemeleri vs okuyucunun böyle hooop diye konuşma metnine atlayışlarıyla, kaale alınmayan komplimanlar yahut hamasi nutuklar misali uçuup gidiyormuş havaya demek ki… Veyahut iki tepe arasındaki vadi gibi çöküüp kalıyormuş aralarda… Ve roman okuyucusu yazarı okumuyor, roman kahramanını takip ediyormuş demek ki aslında…
Ellerinize, yüreğinize sağlık efendim. Affınıza sığınarak ben de bu yorumu yaptım. 🙂
Hicran Seçkin