Herkese fırsat verdi, gönüldekini kanatlandırması için, milli-manevi değerlerimize ters olmamak şartıyla… Tebessüm etti, tebessüm ettirdi. Her haliyle, sözüyle misal abi oldu iki cihanın efendisinden günümüze uzanan çizgide…
Teklif edildiğinde ve Enver abinin onayının alındığı söylendiğinde severek kabul ettim TGRT FM Radyosu’na program yapmayı. Ve böylelikle başladı "Gidelim Urumeli’ne" programı 2000 yılının Ekim ayında…
İlk anda bir göçmen programı gibi düşünülmüştü. Osmanlı’nın Avrupa topraklarından (Bosna-Hersek,Sırbistan, Kosova, Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan) Türkiye’ye göç edenler için…
Göçmenlerin örf, âdet ve geleneklerini, çektiklerini sıkıntıları, günlük gelişmeleri anlatacaktık. Bunlarla başladık programa… Ancak zamanla program, Rumeli’ye gitmenin, Rumeli’yi vatan edinmenin, kızılelmanın, yeryüzünü er meydanı kılmanın, nizam-ı âlemin temsil ettiği manada, idealde yürür oldu.
Gün geçtikçe bütün bu ideallerin Enver abinin vazgeçilmez, öncelikli hedefleri, gönül yarası olduğunu anladım.
1989 yılında Edirne’ye gelmişler ve onlara ailesiyle birlikte Edirne’nin tarihi mekanlarını gezdirmiş, birlikte Tuna Nehri ve Çırpınırdı Karadeniz marşlarını söylemiştik. İçinde durmadan akan Tuna, hep çırpınan Karadeniz vardı.
O, bayraksızlığın, doğduğu topraklarda vatansız olmanın, can, mal ve ırzından emin bulunmamanın acısını yaşamış bir ailenin, Rumeli göçmeni anne-babanın evladıydı. Anne-babası 1923 Mübadele Anlaşması sonrası, Yunanistan’da kalan Osmanlı yadigarı Grebene’den (Yanya’ya bağlı) gelmişler, ata yurdundan koparılmışlardı.
Beni her gördüğünde programı sorar, anlattıklarımla hüzünlenirdi. Bir defasında "Delice, programda hızlı konuşma, takip etmekte zorlanıyorum." demişti.
Anne-babasının doğduğu Yanya-Grebene tarafına gideceğimi söyleyince çok sevinmiş, "Oralara benim gözümle de bak. Rahmetli annem, ‘nerede Grebeni’nin elmaları’ diyerek o elmaların hasreti gönlünde vefat." demiş, oraları çok görmek istediğini ifade etmişti.
Ancak o diyarlara gitmek mübarek annesi gibi O’na da kısmet olmadı, O da oraların hasretiyle Hakka yürüdü.
Bedenen gidemedi ancak gönlü hep oralardaydı. Serdengeçti’nin “Açmaz oldu Kızanlık’ın gülleri/Biz neyledik o koskoca elleri.” mısraları O’nun hasretine, hâline tercümandı.
Osmanlı Arşivlerinde çalışan Gazanfer Şahin beyin anlattığı O’nun Rumeli’ni sevdasını bütün güzelliğiyle ortaya koyuyor:
"Enver Abimizin dedelerinin soyağacından birazını bulup Tımar Beratları’ndan numune gösterince; ziyadesiyle memnun olup sanki dedelerine kavuşmuş gibi çok sevinmişti. Osmanlıca divanı hatla yazılmış, dedelerinin isim ve memleket ve yer adlarını okuyunca ‘Gazanfer, Grebine böyle mi yazılıyor?’ diye sordu.
‘Evet’ cevabım üzerine, ‘Gazanfer beni öldürdün’ sözleriyle sevincini belli etmişti. Nice sohbetinde bu beratlardan bahsedip ‘Tarihçi Gazanfer, dedelerimin Osmanlı Tuğralı beratlarını gösterdi’ diye bahsetmiş."
Enver abinin ufuk çizgisinde Rumeli’ye gitmeye, yeryüzünü er meydanı kılmak için çalışmaya devam… İşte o zaman Enver abi demeyi hak etmiş oluruz.
Haberkuşağı / 27 Şubat 2013