Eski güller!.. [25 Eylül 1999 Cumartesi]

Eski güller!..

“Hayret!.. İnanamıyorum bazen.
On yıl, yirmi yıl önceki sevgiler bile bambaşkaydı. Şimdiki sevgilere güvenemiyorum ben…” diyordu.
Haklı mıydı, bilmiyorum. Sizce haklı mı?..

Bildiğim şu:
Bu sözü duyduğumdan bu yana yirmi yıldan fazla zaman geçti!..
Geçenlerde hemen hemen aynı bir konuşmaya şahit oldum da…
O da aynı düşüncedeydi; onbeş-yirmi yıl önceki sevgiler başkaymış!..

Ferhat’lar, Şirin’ler..
Leylâ’lar, Mecnun’lar…
Arzu’lar, Kamber’ler nasıl seviyorlarmış… İnsanlar biribirlerine nasıl davranıyorlarmış…
Acaba onların yüreği mi farklıydı bizlerden?..
Acaba onlarda daha çok hoşgörü mü vardı, sevgilerini muhafaza eden?..
Sorular biter mi?..

Gerçekten; nasıl oluyor da insanlar o kadar güzel olabiliyor eskilerde?
Neden, bunca üzüntüden sonra Leylâ’da bir sivilce bile çıkmıyor?
Kamber’in suratı yeni uyandığında nasıl?.. Arzu’ya yakınları acaba ne diyor?.. Şirin’i merak ediyorum, gerçekten şirin mi?..
Sonra, insanların sadece bugün yaşayanlarında olsa kötülük, fesatlık… Bu hikâyelerdeki acılar, ayrılıklar olur muydu? Bu hikâyeler olur muydu daha doğrusu, her şey süt liman olsa?..

Yâre giden gül öyle güzel ki, emsali görülmedi hâlâ…
Yarin bahçesindeki gül öyle kırmızı ki, hepsinden başka…
Halbuki şimdiki güllerin hepsi, hepsi, hepsi de gül kırmızısı!..
Üstelik hepsi de dikenli!..

Dünlerde güllerin dikeni yok muydu gerçekten?
Ama bakıyorum eski fotoğraflara, varmış…
İnanmıyorum;
Eski güllerde de dikenler vardı, bugünküler kadar…
Ama dikenine bakılmayan güller bugüne kalmış!

———————————————————-

Neeeeeee!
Temel öylesine cimri, öylesine cimriydi ki, o kadar olur yani!.. Bir gün kızı Fadime gelip kendisinden 100 bin lira isteyince esip savurdu, kıyameti kopardı!..
“Neeeeeee!. 100 bin Lira mı?.. Ne yapacaksın 50 bin lirayı?.. 25 bin lira sana yeter.. Al şu 10 bin lirayı!..

Köpeklerin günü!..
Kahvenin önünde uyuyan köpeği ile oturan Temel’in yanına gelen İdris, tasmasını tuttuğu kangal köpeğini gösterip Temel’i kışkırttı:
“Var mısın şunları bir dövüştürelim!.. Eğlence olur!..”
“Olur ama, sonra köpeğine bir şey olursa karışmam!” Temel’in uyuz köpeğine bakan İdris, fazla düşünmeden köpeğinin tasmasını çözüp diğerinin üstüne saldı!..
İki dakika sonra görülen inanılmaz manzara şuydu:
İdris’in köpeği kanlar içinde paramparça, cansız, kahvenin önünde yatmaktaydı!..
Şaşkınlık içinde bu kısa dövüşü izleyenlerin arasındaki İdris, Temel’e dönüp sordu:
“Bu!.. Bu!.. Bu!.. Nasıl olur ki!.. Nasıl olur da, senin uyuz köpeğin benimkini bu hale getirebilir?..”
“Aceleye getirdiğin için demin sana söylemeyi unuttum!.. Afrika’dan getirdiğim aslanın yelesi ile kuyruğunu yeni kestirmiştim sadece!..”
Tünel vakası!..
Temel; hastanede yakınlarına kazayı anlatıyordu: “Aslında nasıl olup da kaza geçirdim, bir türlü aklım almıyor!..
Kullandığım araba ile gece yarısı bomboş bir yolda gidiyordum…
Derken bir ara, uzun bir tünele girdim… Trafik kural ve ikazlarına ne kadar önem verdiğimi hep bilirsiniz… Tünel çıkışındaki ikaz levhasına da uyduktan sonra yola devam ettim ama, sonunda gördüğünüz gibi gözümü hastanede açtım!..”
“Peki şu tünel çıkışındaki levhada ne yazıyordu?..”
“Tünel çıkışı farlarınızı söndürünüz!..”

Çekçek!..
Uzakdoğu’ya iş gezisine giden Temel, dönüşünde ofisinde dostlarına seyahati anlatıyordu:
“Kaldığım otelden çarşıya girecektim… O sırada otelin önünde bulunan ve gittiğim ülkede adına “çekçek” dedikleri bir araç var, hemen ona bindim…
Fakat asıl şaşırtıcı olan neydi biliyor musunuz?..”
“Neydi?” diye merakla sordu konukları…
“Şaşırtıcı olan şuydu…” diye devam etti Temel:
“Allah sizi inandırsın, bindiğim çekçekin atı, tıpkı insana benziyordu!..”

——————————————————–

Burcu’lar neden taşındı?

Çocuklar koşmazsa çocuk olur mu?
Çocuklar zamanla yarışta… Ve çocukların mekânla paylaşılacak kozları var!
Küçük adımlar elbette kocaman yüreklerinin acelesine ortak olacak;
Çocuklar koşmazsa çocuk olur mu?
Çocuklar zamanla yarışta.

Burcu’lar taşındı burdan, üst katımız aylarca boş kaldı.
Ben onun “tup, tup, tup” ayak seslerini dinlerdim. Yetişmeye çalışırdı bir yerlere, yakalamaya çalışırdı bir şeyleri.
Çocuklar koşmazsa çocuk olur mu?

Ses, belli belirsiz başlardı. Koridordan, salona doğru gelirdi “tup, tup”ları.
Ve tam üstümden geçerken; yazı yazdığım beyaz kâğıda bir karış “gökkuşağı” akıtan kristal avizemin “yüreği” titrerdi.
Sadece kâğıdımın üzerindeki gökkuşağında farkedilirdi bu titreyiş…

Ayaklarını severdim hayalimden, Burcu’nun. Koşmasını… Çünkü koşmadığı zaman bir yavru kedi kadar sessizdi!
Bir gün onlarla karşılaştık. El eleydiler.
Burcu, güzel gözlerini kocaman kocaman açmış bana bakıyor… Annesi de; “Burcu’nun koşmasının bize verdiği rahatsızlıktan dolayı özürlerini” iletiyordu.
Burcu, “kendisinin galiba şikayet edildiği” bu yabancı amcayı dikkatli dikkatli, gülmeden inceliyordu.
Ben ise onun yanaklarını, saçlarını ve özellikle de tabanlarını öpüyordum bakışlarımla.

Yürüdüğünü farketmemiştik…
Ama koşmayı öğrendiğine şahitti avizem. Ve avizemin yazı yazdığım her kâğıda döktüğü bir karış boydaki gökkuşakları…
“Bir çocuk daha hayattan hak istiyor. Tup, tup’larını duymuyorsan, kâğıdında gör bari” diyordu.

Ve bir gün farkettim, duyulmaz oldu “tup, tup”ları. Annesinin yanında hoplayan kuzuları hatırlatan ayak sesleri yoktu artık.
Gökkuşağının renkleri kıpırtısız duruyordu kâğıdımın üzerinde… Kristal avizemin yüreği titremiyordu!
Burcu’lar…
Burcu’lar taşınmışlardı.

Stop
Muammer Erkul
25 Eylül 1999 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir