Farklı bir denemecik:
Gönlümün mumdarına
Öylesine ansız…
Ve öyle zamansız bir serâb zuhûr etti ki tekmil afakımın orta yerinde;
Çöllerim, bahara boyandı.
Dört yanımda dört çift gözüm olsaydı görürdüm, mavi göğün yere temas ettiği dört noktadan toplandığını; semmedilmiş bir sarı mendil gibi, “kum” denen her pâremin…
Gâh şaika-i serabdan merzûk âcize…
Gâh şâhikalarda jiyan eden ejder de olsam, yine; setre hâcet olmadan akardım derûnuna.
Kaynayan çöllerim sarınca beni bir rahmımâder gibi,
Râm olurum meknûzuna sanki bir maktûl gibi…
Eyyyââr!..
Mâşûkumsun;
Gönlümde gözlerinle, bir sıcak ahmer-i menbâ deştiğin günden beri.
LÛGAT
Âcize: Zayıf, güçsüz.
Âfâk: Ufuklar, taraflar, yönler.
Ahmer: Kırmızı
Derûn: İç gönül.
Gâh: Kâh, arasıra bazan.
Hâcet: İhtiyaç, lüzum.
Jiyân: Kükremiş, kükreme.
Lûgat: Lügat, sözlük.
Maktûl: Öldürülmüş, katledilmiş, ölü.
Mâşûka: Sevilen, aşık olunan (kadın).
Meknûz: Gizli define.
Menbâ: Kaynak.
Merzûk: Rızıklanmış.
Mumdar: Mum tutan, aydınlatan.
Pâre: Parça.
Rahmımâder: Ana rahmi.
Râm: Boyun eğme.
Semm: Zehir.
Serâb: Serap, olmayıp var görünen, hayalî.
Setr: Örtme, gizleme.
Şâhika: Yüksek, doruk, zirve.
Şaika: Şevk verici, isteklendirici.
Zuhûr: Görünme, ortaya çıkma.
——————————————————–
Sizden gelenler
Benim tellere takılacak uçurtmam olmadı
Bilmiyorum, o satırları bilmediğim bir zamanda binlerce kez okudum da mı böyle aşinayım o sözlere?
Yoksa anacığımın beni uyuturken söylediği ninnilerden biri miydi? Öylesine beynime kazınmış ve ben yeni farkediyorum.
Her yalnızlığımda -kurtulmak için mi yoksa daha da yalnızlaşmak için mi bilmem- gidip dibinde oturduğum söğüt ağacındaki kuşlardan da dinlemedim bunları. Hem ben kuşların dilinden de anlamam. Belki gönül dilinden…
Belki, diyorum… Belki ağlamak istediğim her seferde akmayan gözyaşlarıma inat, ıslandığım nisan yağmurları işledi bunları her damlada.
….
Aslında benim tellere takılacak uçurtmam da olamadı. Olması gereken zamanda…
Benim önce hayallerim tellere takılmıştı. Sonra hayallerimdeki uçurtmalarım…
Bir tek umutlarım takılmadı tellere. Hep bulutlarla yarıştılar. Tellere takılan hayallerime inat…
Bu yüzden dipsiz kuyular, karanlıklar ve teller beni yıldırmadı. Ama ağlayamadım, akmadı gözyaşlarım.
Belki gerçekten de ayaklarımızdaki çamura değil de bulutlara baktığımızdan…
….
İşte bu yüzden (ben de senin yazındaki gibi) AKMALI diye bağırıyorum. AKMALI işte AKMALI…
–Hilmi İsili–
Düşlerin derin akan suları
Merhaba
Madem cesaretten bahsettiniz, beni gaza getirdiniz, alın o zaman. Bundan sonra başınız epeyce ağrıyacak. Siz istediniz, cesaret dediniz, ben de hatalı da olsa, eksik de olsa, kafa da ağrıtsa yazacağım. Çünkü yazmamı, cesur olmamı siz söylediniz. Önce köşenizi nasıl okumaya başladığımı yazayım.
İhlas Vakfı Öğrenci Yurdu’ndaki dördüncü senem. İlk senemde sizin yazılarınızı takip edebilen, ya da size tahammül edebilenlerin olabileceğine inanmıyordum. Yazılar bana öyle sıkıcı geliyordu ki, o sayfayı transit geçiyordum. Sonra nasıl olduysa Çetin’i okumaya başladım. İkinci yıl yalnızca Çetin’i okudum. Artık iki yıl geçmişti. Olgunlaşıyor ve olup bitenin farkına varmaya başlıyordum. Üçüncü sene nasıl olduysa bir yazınızı okudum ve her gün “Bu adam bugün ne diyor” diye yazılarınıza bakmaya başladım. Hâlâ bir sonraki gün ne diyeceğinizi merak etmekle geçiyor ömrüm.
Siz istersiniz de ben şiir yollamaz mıyım. Buyrun:
Gitti o anne
Gitti o anne,
Dönmeyecekmişçesine gitti.
Bir mezara çiçek atarcasına,
Beni öldürürcesine, boğarcasına, yıkarcasına.
Buralarda onsuz bir başıma koyarcasına,
Gitti o anne.
Bir adım atacak ikincisi yok sandım,
Şakaydı be sevgilim diyecek sandım,
Dönmedi anne.
Benimsin dedim, gözlerim kilitlendi gözlerine,
Dilim dolandı, kelimeler anlamsızdı, yalandı,
Gitti o anne.
Havada toprak kokusu, içimde onsuzluk korkusu,
Başıboş bir martının çığlığı kadar sebepsiz
Bir serserinin aşkı kadar yalnız koyup da beni,
Gitti o anne.
O benim aşka ettiğim yeminimdi,
O benim akşam gülümdü anne,
Sevgi onun içindi, ağlamak
ona dair,
O benim bedelimdi,
O benim yalancı gerçeğimdi anne,
Bizi ayırdılar anne, darmadağın ettiler,
Çok gördüler onu bana,
Çocuksu mutluluğumuzu buğulu camlara hapsettiler,
Bembeyaz düş bulutlarımı zincirlediler,
Kopardılar akşam gülümü,
Gitti o anne.
Yaşanmamış bir dün gibi bitti anne
Doğuş Bektaş
–İ.Ü. İşletme 4. Sınıf Öğrencisi–
Sevgili Peygamberimizden:
Oruç tutanın uykusu, oruç tutmayıp geceyi ibadetle geçirenin ibadetinden üstündür.
25 ARALIK 1999 CUMARTESİ
17 Ramazan 1420
*Rumî: 1415-Kasım: 48
*12. ay, 31 gün, 51. hafta. Yılın 359. günü-Kalan gün: 6
*SSCB dağıldı. (1991)
*Gaziantep’in kurtuluşu. (1921)
*Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü öldü. (1973)
Stop
Muammer Erkul
25 Aralık 1999 Cumartesi