Fıkralardan da komik “fıkra”lar [16 Ekim 2001 Salı]

BİR
Bazıları sanıyormuş ki; neresini üşütürse orası aksıracak!..
Yok bitanem, niye öyle zannediyorsun ki; kulağını üşütürsen, üşüttüğün kulağından öksürmeyeceksin… Göbek deliğin soğuk alırsa gene göbek deliğinden hapşırmayacaksın…
Yani için rahat olarak sırtını, kolunu, bacağını filan üşütebilirsin; inan ki her seferinde (o da eğer yeterince üşütmüşsen) sadece burnunu çekecek ve sadece ağzından öksüreceksin, başka ihtimal yok…

İKİ
İnsanın biri, ne zaman benim imzamı taşıyan bir yazı görse, şöyle şu kadar ve yeşil bir hıyar getiriyorsa hatırına ne yapabilirim ki, ve onu nasıl suçlayabilirim ki?..
“Buyur, derim ancak… Bir de ısırıver hayalini; üstüne bolca tuz dökmeyi de unutmadan!..”

ÜÇ
Dinozorlar hakkında niye böyle kötü kötü konuşurlar bir türlü anlayamam… Güya kuyruklarını bir düşmanlarına kaptırsalar, hönkürmeye ancak yarın başlarlarmış, filan… Yalan!.. Hatta böyle olduğunun en büyük delili de; güya karınları çok acıktığında, zaten çok gerilerde sürüklenmekte olan kendi kuyruklarını yer, acısını ise ancak (afedersiniz) “dışarı” çıkacakları vakit hissederlermiş!..

DÖRT
Temel’in fıkralara böyle konu olmasının… Daha doğrusu sinirleri bu kadar yavaş işleyen dinozorlar ile dahi bağlantısının kurulma sebebi ne peki?.. Ha, onu mu sormuştun, onun cevabını biliyorum, şu:
Akşam yemeğinde anlatılan fıkraları ancak gece biterken anladığından; çalar saatini sabahın dördüne kurduğu, ve üşenmeyip kalkarak, hatta yüzünü yıkayıp giyinerek yemek masasının başına oturduğu ve kahkahalarla güldüğü… Sonra da yeniden soyunup yatağına yattığı için olmalı!..
…..
(Hepsi boyle olmayapilur, pizim çöyün Temal’u haçen boyle cülmekte!..)

BEŞ
Hayatım boyunca, değişmediğine şahit olduğum şeylerden üçünü mü sormaktasınız. Kolay: Mısır piramitlerinin şekli, Memleketimizin yönetim şekli, ve Ankara’nın Temel’i…
…..
(Değil aslında, ama var sayalım ki bu cümlem bir suç olsaydı bile; nasılsa birisinin, bu cümle içinde gizli olan “fazla ince” espriyi anlayıp, beni mahkemeye verinceye kadar geçecek olan zamana, zaten hiç birimizin ömrü yetişmezdi!.. Öyle değil mi?..)

ALTI
Televizyon dizilerinden en beğendiğim; TGRT’de yayınlanan, İFPAŞ’ın çekip Cem Akyoldaş’ın yönetiği ZOR HEDEF idi. Özellikle de birinci bölümü…
Aman Allah’ım; o nasıl bir komediydi, trajediydi, melodramdı, herşey birden idi yani şu an ifade edebilecek kelime bile bulamadığım; “hâl-i pür melâlimiz” derler ya hani, memleketin ibret alınacak ve bir yandan ağlarken bir yandan da kahkahalarla gülünecek haliydi…
Bu sahnedeki üç kişi çok önemli. Birincisi Bahar (İclal Aydın), polis. Komiserinden izin almış ve babasını ziyarete gitmek için uçağa binip, koltuğuna oturmuş… İkincisi Kemal (Kemal Başbuğ), yazar… Çantaları boynuna asılı, kollarını havaya kaldırmış olarak bağıra çağıra gelmekte; “dokunma, dokunmayın bana”, diyerek… Çünkü akıl almaz bir takıntısı var adamın; dokunma özürlü!.. Üçüncüsü ise (adı madı önemli olmayan, esasında sıradan biri olan) koltukta oturan adam…

YEDİ
Vatandaş dolu olan uçak az sonra kalkıyor ve biraz sonra da kaçırılıyooor… Hiç kimse uçağın nereye gittiğini bilmemekte. Polisin elleri kelepçeli şu anda, çünkü mesleğini söylemiş bulundu kaçırılmanın az öncesinde…
Polis fısıldayarak yalvarmakta şimdi yazara;
“Şu saçımdaki tokayı al da kelepçemi aç”, diye. Fakat “imkansız” bu; adam öleceğini bilse de, başkasının eşyasına dokunamıyor; bunca insanın hayatını kurtarabilecek anahtar olan bir saç tokasını tutamıyor…
Diğer koltukta ise; kalbi teklemekte, dudağı titremekte, suratı terlemekte olan üçüncü adam… Koltuğunu öyle bir tutmuş ki, o kadar olur!..
Bu uçakta bulunmasının tek nedeni de zaten; “çıt çıt çıt çıt çimeene de…” şarkısında kaç “çıt” var olduğu konusunda arkadaşlarıyla girdiği, ve sadece bir “çıt” farkla kaybetmiş olduğu iddia!..
…..
Dokunma özürlü yazardan iş çıkmayacağını anlayan Bahar, bir uçak dolusu vatandaşı kurtarabilmek için koltuğu sımsıkı tutan adama yalvarıyor;
“Ne olur saçımdaki tokayı al da şu kelepçeyi aç… Lütfeen!..”
“Olmaz!..” diye kestirip atıyor ter içinde ve titremekte olan adam…
“Peki ama neden?..”
“Ellerimi bırakırsam düşerim!..”

SEKİZ
Ben başbakan olsaydım, bu filmi yasaklar, yapımcılarını da sürüm sürüm süründürürdüm!..
İyi ki başbakanınız ben değilim!..
Yahu, yüzde yirmi civarında oy alınca başbakan olunan bu ükede acaba ben kaç oy çıkarabilirdim?..
…..
Yoksa, yoksa başımıza gelen “tezgah”ın sebeplerinden biri de televizyonda oynatılan bu film olmasın?..
-Daha neler!..

DOKUZ
İnanamıyorum, konuları niye bu kadar karıştırıyorum, hayret!..
Halbuki ben, halbuki ben ellerini koltuğundan bıraktığı an uçaktan düşeceğini sanan mankafadan bahsetmeyecektim ki size…
Neresini üşütürse orasının aksıracağını sanan adamdan da bahsetmeyecektim…
Algılama ve tepki verme becerisini yitirmiş insanlardan da; kuyruğunu yiye yiye kendi vücudunun yarısını mideye indirdiği halde, hâlâ durumun vahâmetini idrak edememiş adamlardan da bahsetmeyecektim…
Peki neyden bahsedecektin sen, be adam?..

ON

Ssss, sus!..
Bırakırsam düşmeyeceğim, kaldırırsam üşütmeyeceğim; kırmızı ceylan derisinden bir koltuk yaptırdım kendime…
Sımsıkı tutundum iki elimle; ohhh, sıcacık!..

Stop
Muammer Erkul
16 Ekim 2001 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir