Gelibolu [18 Şubat 2005 Cuma]

Hamdi Döker, Feza Toker, Volker Tittel, Oliver Munch, Karl-Heinz Bochnig, Demir Demirkan… Adı biraz arkada kalanlar… Ve/ama özellikle de yönetmen Tolga Örnek içindir bu yazı; dünyanın bütün kıtalarındaki sinema seven, tarihle ilgilenen ve özellikle Gelibolu toprağına kendi (atalarının) kanından kan damlamış olan cânlar adına!..

İki, bazen üç defa aynı filme gittiğim olur. Bazılarını ayrıca satın da alır evde tekrar seyrederim.
Sinema bir ağızdır/dildir/fısıltıdır/haykırıştır; kalemin yalnız yapamadığını yapar veya çok hızlı yapar. Tabii ki sözü geçen eser başarılıysa…
Veya aksi olur. Burun kıvırarak şöyle derler: Bu muymuş!..

Örnek mi istiyorsunuz sinemanın etkileri üzerine?
Bir “gece yarısı ekspresi”nin bilerek ve isteyerek karanlık ve dipsiz kuyulara düşürdüğü taşları, koskoca Türkiye devleti onlarca yıldır çıkaramıyor işte!..
Çünkü kuyu bir tane kalmıyor artık.
Bu kara taşlar, izleyenlerin (kendi iradelerinin bile dışında) şuurlarına ve şuurlarının altına yeni yeni derin kuyular açıyor, düşerken. Daha da vahim olan; bu iz veya delikler genlerine geçiyor bu insanların!.. Bir zamanlar o filmi izlemiş olan ana babaların çocukları da Türkiye’den korktukları için bunlar da kendi yavrularını ülkemizden korkutuyorlar!

Başka bir örnek: Önümüzde duran kafaların neredeyse “yelelerine” sarılarak, altımızdaki koltukların “sağrılarını” acaba neden mahmuzlamaya çalışıyorduk, koca bir sinema salonu dolusu izleyiciyle birlikte; Son Samuray filminde?..
Bu film, bütün emeği geçenlerin hayatlarının eseriydi.
…..
Bir film; işte o filmdeki hücum sahnelerinden daha gerçektir ve çok daha tesirli olarak hücum edebilir; gizli veya açık (belirlenmiş) hedeflerine doğru!..
Sinema çok büyük bir güçtür; silahtır, dayatmadır, propagandadır…
…..
Birileri derelerden bile geçerken kum doldurmuş torbalarına da, şehirlerde büyük paralara satmış… Acı olan ise; bizler, bilinen en büyük altın madenlerinin üzerinde tembel tembel kaşınıp durmuşuz yakın zamanlara kadar!..

Gelibolu… Tarih içinde yazılmış en büyük destanlardan biri; belgelere dayanılarak, hikayeler halinde, filme çekiliyormuş, ne güzel!.. Ve bir ay içinde ülkemizde, iki üç aya kadar da dünyanın çeşitli ülkelerinde vizyona giriyormuş… Ne güzel!..
(Şimdi burada profesyonellere ukalalık yapmak istemiyorum, ama söylemeden de edemeyeceğim.)
Ne olur bu bir ay içinde bir kere daha izleyip öyle koyun bu filmi önümüze. Gösterimdeki filme sonradan mazeret aramak hoş olmuyor…

Hem ümit hem de endişe içindeyim…
Çünkü papatyaların; bir ay sonrası için “kırmızı açmaya” sözleştiği bir Mart ayının belgeselini bekliyoruz biz sizden…
90 sene öncesinin Mart ayını izlediğimiz filmlerde, fabrikadan dün alınıp içine kum doldurulduğu belli olan ve de üstelik sağlam kalmış bir tek kum torbası bile olmamalı bu filmlerde… Buruşmamış elbiseler, parçalanmamış çarıklar görülmemeli…
Sinekkaydı tıraş olmuş parlak delikanlılar sipere yatacakları yerdeki tozları üflemeye çalışmamalı!..
İki omuzu hizasındaki tam 253.000 (ikiyüzelliüçbin) arkadaşı kendi ayaklarının dibine düşmüş, ve kendi canıyla vatanının toprağına kast etmiş bir o kadar düşmanı yere düşürmeye azmetmiş bir surattaki göz nasıl bakar?..
İşte bunu görmek istiyoruz artık filmlerimizde…
Ve, “Gelibolu” filmini samimi olarak, gerçekten alkışlamak istiyoruz…

Stop
Muammer Erkul
18 Şubat 2005 Cuma

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir