Gene Mecnun [03 Haziran 2005 Cuma]

Ne zaman bir sıkıntısı olsa… Ne zaman yorulsa, bunalsa, üzülse veya kendini yalnız hissetse… Ne zaman bir güzellik görse, sevinse, içi içine sığmaz olsa hep bir resim çıkartıyordu cebinden; ona bakıyor, onunla konuşuyordu…
Zorluklar hiç umurunda değildi. Biliyordu ki; bütün dertler geçici… Biliyordu ki; kendisi de bu kışlanın ne ilk, ne de son askeri…
Bulaşık yıkanacak; hiç itiraz etmeden “tamam” diyordu… Mıntıka temizliği yapılacak; ikiletmeden “emredersiniz” diyordu… Uykunun en derin saatinde nöbete kalkılacak; “elbette” diyordu…

Böyle olunca seviyordu da onu insanlar; hem üstleri, hem de arkadaşları…
Aslında herkes biliyordu; itiraz etseler de etmeseler de zaten yapacaklardı bütün emirleri, çünkü başka çare yok!.. Ama yine de, her emre itiraza yeltenmek doğasında vardı insanoğlunun…
Zaten problemlerin de çoğu burada başlıyor, gene bu noktada bitiyordu!..

Peki o?..
“Buraya gelmemek gibi bir lüksüm olmadığına göre; emirlere uymaktan başka da çarem yok, diyordu… Asi olan daha az askerlik yapmıyor ki… Kaçmaya çalışan kurtulmuyor ki… İtirazcılarla tembeller takdir edilmiyor ki… Öyleyse amirin emrine uymaya gönüllü olmak; hem beni, hem de çevremdekileri rahat ettirmez mi?.. Ve her birimiz rahat olursak daha mutlu, daha huzurlu, daha başarılı olmaz mıyız?..”
Haklıydı. Söylediği her şey çok güzeldi…
Fakat kafamı kurcalayan şu vardı ki; kim, neden, ve nasıl itaati altına alabilmişti onu?..

Bir gün baktım ki yine yalnız başına oturmuş, avucundaki resme bakıyor bir köşede, onunla konuşuyor… Sokuldum, selam verdim, karşısına çöktüm…
-Bana onu anlat, dedim…
-Anlatılmaz, hissedilir, dedi!..
-Merak ediyorum; seni böyle divane edenin kaşı gözü, boyu posu, ve diğer özellikleri nedir, nasıldır? Dedim..
-Bunlar önemli değil ki, dedi…
-Peki öyleyse nedir senin için önemli olan?..
-Benim için önemli olan… Bana… Ona kavuşmamın tek yolunun askerliği bitirmekten geçtiğini, söylemiş olmalarıdır, dedi…
İşte o zaman anlamıştım ki; her şey, her iş, her sıkıntı; yârinin cilvesi gibi geliyordu ona ve hatta geçen dakikaları bile seviyordu kendisini ona yaklaştırdığı için!..

Tam o sırada ilginç bir şey oldu… Karargahın kapısından çıkan nöbetçi çavuşu birkaç kişinin yanına gelmesi için ortalığa seslendi. Tabii ki ilk koşanlardan biri de bizim Mecnûn’du… Dur, filan desem de duyuramadım; her zaman avucunda olan resmi, aceleyle cebine koymaya çalışırken düşürmüştü!..
Şimdi, o resim orda, öylece duruyordu…
Yaklaşıp bakmaya elim varmıyordu…
Sonunda, ne olursa olsun diye düşünerek eğildim, resmi aldım ve kendime doğru çevirdim, ki…
…bu, bu sadece bir gül resmiydi!..
Bendeki şaşkınlığı, hatta kızgınlığı bilmem tahmin edebilecek misiniz!..

O gece nöbetten koğuşa aynı saatte döndük. Yanına yaklaştım. Cebimden çıkarttığım gül resmini ranzasının üzerine koyarken;
-Al bakalım, yalancı!.. Sevgilinin resmi, dedim… Bugün yanımda düşürmüştün!..
Resmi görünce öyle bir sevindi ki; aldı, öptü, kokladı ve bana bakarak;
-Çok teşekkür ederim, dedi…
-Bir şey değil, dedim.
-Sana bir sır vereyim mi? Diye sordu, ve hiç beklemeden kulağıma yaklaşarak;
-Görünene bakanlar pek bir şey göremezler, dedi!..

Stop
Muammer Erkul
03 Haziran 2005 Cuma

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir