Öğrenci diyor ki: Bu hoca da gene bana soruyor… Evlat diyor ki: Babam, gene bana söylüyor… Hanım diyor ki: Kocam gene beni uyarıyor…
Sınırlı bir dünyada yaşadığımızı hatırlasaydık; yaşadığımız sinirli bir dünya olmazdı!..
Öğrenci, derdi ki hocasına;
“Niye bana sormuyorsunuz?”
Evlat, derdi ki babasına;
“Niye bana söylemiyorsunuz?”
Hanım derdi ki beyine;
“Niye beni uyarmıyorsunuz?”
Bir hoca kaç soru sorabilir ömrü boyunca ve bu sorma hakkının da kaçını tüketmiştir acaba çoktan?..
Talebe; yani talep eden… Öğrenci; yani öğrenmeyi hedefleyen kişiler; karşılaştıkları soruların çokluğu oranında öğrenmeye yaklaşacaklarını hatırlasalardı, ne çok sevinirlerdi;
Bir soru daha sorduğunda kendilerine, hocaları…
Babam bana, ne zamandan beri, acaba neden hiçbir şey söylemedi, anlatmadı? Çünkü her babanın evladına/evlat gibi gördüğüne söyleyecek/aktaracak tecrübesi/hatırası vardır…
Çünkü ne bir öğretmen kendi talebesinden…
Ne bir baba kendi evladından…
Ne bir koca kendi hanımından…
Ne de bir patron, bir müdür, bir amir kendi işçi ve elemanlarından akıllı olmak pozisyonunda değildir…
Buradaki incecik incelik; o ince aralıktan bakabilmek ve objektif bir gözle durumun fotoğrafını çekebilmektir!..
Biliyor musun; ömür sınırlıdır… Ve acaba seni uyarmaya çalışanların, sana öğretmeye çabalayanların kaç hakkı kaldı…
Sen sevin…
Sen sevin bir fazla aldın diye!..
“Ayağını basacağın yerde mayın var” feryadı neden rahatsız etsin ki seni?..
Her söz, her uyarı, her soru, her ikaz ve hatta her emir; minareden atılan şifalı mesir macunları gibi…
Uyanık olmak lazım!
…..
Çünkü, kimisi bunu bir nimet bilerek kapmaya çalışıyor;
Kiminin de kafasına çarptığı halde, bunların ne olduğunu anlamıyor, kızıyor!
Stop
Muammer Erkul
28 Temmuz 2005 Perşembe