(Peşin peşin anlaşalım. Bu yazı iki günlüktür. Bugün okuyup yarın okumazsanız, eksik kalır…)
Tilki kurnazı, ormanda gezinirken, birden durur; o da ne?..
Aman Allah’ım!.. İşte bir ağaç, ve ağaçta bir dal ve de dalda bir but… Hem de bir geyiğin budu…
Burası dağın başıdır, hava soğuktur, ve tilkinin karnı da açtır, ama şüphelenir; kim ve niye asmış böyle bir yağlı lokmayı göz önüne, diyerek. Kontrol etmeye başlar ki; o ne? Yanılmadığını anlar; çünkü bu bir tuzaktır!..
Geyik budu iple bir bombaya bağlıdır…
Tilki yeterince uzaklaşır ve başını kollarının arasına koyarak yatar.
Biraz sonra kurt görünür. O da ilk önce mıhlanmış gibi buda bakakalır. Sonra, orda öylece yatan tilkiye dönerek;
-Heey, der. Tilki kardeş, sen ne yapıyorsun öyle?..
-Hiiç, diye cevap verir tilki. Sadece yatıyorum.
-İyi ama, burda bir geyik budu var!..
-Evet var. Biliyorum…
-Peki, madem biliyordun da neden yemedin?
Umursamaz şekilde, şöyle biraz kıpırdar kurnaz tilki, ve sakin sakin cevap verir:
-Bugün oruçluyum da…
-Haaa, der kurt. Ben yiyeyim o zaman?..
-Buyur, der tilki. Sana afiyet olsun. Zaten benim uykum var…
Kurt buta bir uzanır ki; aman Allah!.. Bir patlama; ortalık toz, duman!.. Zavallı hayvan dallara kadar havaya uçar ve on-onbeş adım ötede yere düşer; yaralı, perişan, ve hareketsiz…
Zar zor gözlerini araladığında bakar ki; tilki gitmiş, budun başına çökmüş, ve sakin sakin, afiyetle gövdeye indirmekte. Sinirden çılgına dönmüş halde;
-Utanmaz hayvan, diye bağırır… Hani sen şurda uyuklayarak oruç tutuyordun ya?..
Tilki, artık parmağını bile oynatmaktan aciz kurda göz ucuyla bakar. Ağzındaki iri lokmayı şapırdata şupurdata yutar. Sonra da, pişkin pişkin;
-Biraz önce top patladı, duymadın mı? Der…
Çok komik, değil mi?..
Aslında bu fıkrayı; arkadan gelecek olan yazıyı biraz yumuşatmak için, baş kısma sonradan ekledim…
Yazı iki güne uzadı, ama iyi de oldu..
Peki ne mesaj veriyor bize, diye sorarsanız hemen söyleyeyim. Şunu diyor bu fıkra:
Herkesin topu başka zamanlarda patlıyor!.. (Haaa, bak bu ilginç bir konu işte!..)
Geçen gün, bizim eski mahalleye uğrayan vapurun eski kaptanından bahsetmiştim. Ve onun, düdüğünü “iskeleden kalkarken” değil de vapur “iskeleye yanaşırken” çaldığını ve bununla “oruca başlama zamanı” arasında zihnimde kurduğum bağlantıyı anlatmıştım.
Şimdi hayretler içindeyim ki; meğer bunu bilmeyen ve anlamak istemeyen insanlar varmış! Hem de hâlâ, hem de bu kadar duyduktan, okuduktan sonra…
“Senin gibi saçı uzun, aklı kısa bir adam ne anlar böyle konulardan” diyen bir iki ..biip.. olur gene şimdi; ama adının başına “bilmem ne” yazdıran ..biiip..lerin, ekrana çıkıp da aklına ne gelirse hönkürdükleri zamanda, ve bazı ..bip bibip..lerin önlerine konmuş İngiliz arpasıyle semire semire bin yıllık takvimlerin değiştirilmesini alkışladıkları zamanda; doğruyu bilen kişi elbette söyleyecek… (Sonu yarın)
Stop
Muammer Erkul
12 Kasım 2003 Çarşamba